x51ejDH. I. Selim Yavuz Sultan Selim Osmanlı Padişahları Listesi Sıra 9. Hüküm süresi 1487 - 1510 Önceki II. Beyazıd Sonraki Doğumu 1470, Amasya Ölümü 1520, Çorlu Babası II. Beyazıd Annesi Gülbahar Hatun Eşleri - Ayşe Hafsa Sultan II. Ayşe Hâtûn Çocukları - I. Süleyman - Üveys Paşa - Hatice Sultan - Beyhan Sultan - Şah Sultan - Fatma Sultan - Hafize Sultan - Şehzade Orhan - Şehzade Musa - Şehzade Korkut Türbesi Yavuz Sultan Selim Camii, Fatih, İstanbul I. Selim, bilinen adıyla Yavuz Sultan Selim Sultan Selīm-i Evvel; 10 Ekim 1470 – 21/22 Eylül 1520 , 9. Osmanlı padişahı ve 88. İslam halifesidir. Aynı zamanda ilk Türk İslam halifesi ve Hâdim'ul-Harameyn'uş-Şerifeyn Mekke ve Medine'nin Hizmetkârı unvanına sahiptir. Babası II. Bayezid, annesi Gülbahar Hatun , eşi Ayşe Hafsa Sultan'dır. Tahtı devraldığında km2 olan Osmanlı topraklarını sekiz yıl gibi kısa bir sürede 2,5 kat büyütmüş ve ölümünde imparatorluk topraklarının km2si Avrupa'da, km2si Asya'da, km2si Afrika'da olmak üzere toplam km2ye çıkarmıştır. Padişahlığı döneminde Anadolu'da birlik sağlanmış; halifelik Mısır Memlükleri'ne bağlı Abbasilerden Osmanlı Hanedanına geçmiştir. Ayrıca devrin en önemli iki ticaret yolu olan İpek ve Baharat Yolu'nu ele geçiren Osmanlı, bu sayede doğu ticaret yollarını tamamen kontrolü altına almıştır. Selim, babası II. Bayezid'e karşı darbe yaparak tahta çıkmıştır. Şehzade Selim, tahta çıkmadan önce vali olarak Trabzon'da görev yapmıştır. Yavuz Sultan Selim'e kızını vermiş olan Kırım Hanı Mengli Giray, ona askeri destek sağlayarak tahta geçmesine yardım etmiştir. 1512'de tahta çıkan Sultan Selim, Eylül 1520'de şarbon hastalığına bağlı olarak Aslan Pençesi Şirpençe denilen bir çıban yüzünden henüz 49 yaşında iken vefat etti ve yerine oğlu Kanuni Sultan Süleyman geçti. Yavuz Sultan Selim'in türbesi İstanbul'un Fatih ilçesindedir. Aynı zamanda türbesinin yanında Tanzimat Dönemi padişahlarından Abdülmecid'in de türbesi yılları​ Sert mizacından dolayı Yavuz ve şehzâdeliğinden beri Selim Şah olarak anılan Sultan Selim, hicri 875/rumi 10 Eylül 1470 tarihinde babası Şehzade Bayezid'ın sancakbeyliği görevi nedeniyle Amasya'da dünyaya geldi. Babası II. Bayezid, annesi ise kimi kaynaklara göre Dulkadiroğulları Beyi Alaüddeyle Bozkurt Bey'in kızı Gülbahar Hatun, bazılarına göre Dulkadiroğulları Beyi Alaüddeyle Bozkurt Bey'in kızı Ayşe Hatun , bazı kaynaklara göre ise Zulkadiroğlu Alâüddevle'nin kızı Ayşe Hâtun'dur. Osmanlı'nın, daha küçük yaşlarda devlet tecrübesi kazanması için şehzadeleri sancaklara gönderme gereği Şehzade Selim de Trabzon'a vali olarak sancakbeyliği​Fatih Sultan Mehmed zamanında, Sivas Vilâyetinin Amasya Sancağında, büyük oğlu Şehzade Bayezid sonradan II. Bayezid Sancakbeyi iken; yine Sivas Vilayetine bağlı Trabzon Sancağında da Şehzâde Bâyezid’in en büyük oğlu Abdullah, Sancakbeyi olarak bulunmaktadır. Trabzon’da İçkale Camii şadırvanında Sancakbeyi Abdullah’ın 875/1470 tarihli bir kitâbesi bulunmuştur. Şehzâde Abdullah’ın Trabzon Sancakbeyi olarak 886/1481 yılına kadar bu görevde kaldığı anlaşılmaktadır. Trabzon'da Şehzade Abdullah'tan sonra, Trabzon Sancak Beyi olan ikinci ve son şehzade Yavuz Sultan Selim'dir. Fatih Sultan Mehmed’in vefatı ile II. Bâyezid Han 1481-1512, Osmanlı Devleti tahtına padişah olarak cülûs ettiği zaman, oğlu Şehzade Selim’i 886/1481 yılında Trabzon Sancakbeyi olarak tayin etmişti. Şehzade Selim, gemi ile Kefe’ye oğlu Süleyman'ın yanına gidişine kadar, 886-915/1481-1510 yılları arasında yaklaşık olarak 29 yıl, Trabzon’da valilik yapmıştır. Valiliği sırasında devlet işleri yanında ilimle de uğraşmış ve alim Mevlana Abdülhalim Efendi'nin derslerini takip etmiştir. Daha o zamanlarda Şehzade Selim, devletin bel kemiği Türkmenlerin devletten duyduğu memnuniyetsizliği ve Safevi Devleti'ne yönelmelerini fark etmiştir. Türkmenleri devlete bağlamak için Şehzade Selim, İstanbul yönetiminden izin almaksızın Gürcüler üzerine sefer yapmış ve bu seferlerin en önemlisi olan Kütayis seferinde Kars, Erzurum, Artvin illeri ile birçok yeri fethederek Osmanlı topraklarına katmıştır 1508. Hatta devlet töresine göre elde edilen ganimetin beşte birini beyt-ül mal'a katması gerekirken onu da mücahid Türkmenlere Bayezid'ın son seneleri ve şehzadeler meselesi​ II. Bayezid'ın 8 oğlu olmuştu; oğulları yaş sırası ile Abdullah, Şehenşah, Alemşah, Ahmed, Korkud, Selim, Mehmed, Mahmud'dur. Ahmed, Korkud ve Selim dışındakiler babalarının sağlığında ölmüşlerdi. Selim Trabzon, Korkud Saruhan, Ahmed Amasya illerinde vali olarak görev yapıyordu. Selim'in oğlu Süleyman Kefe; Ahmed'in oğlu Bolu sancakbeyi olarak görev yapıyordu. Karaman valisi Şehzade Şehenşah'ın ölümü üzerine, Beyşehri'nde bulunan oğlu Mehmed Konya'ya tayin edildi; Şehzade Alemşah'ın oğlu Osman ise Çankırı sancak beyi olarak görevdeydi. Şehzade Mahmud'un oğlu Orhan babasının Manisa'ya nakli ile Kastamonu beyliğine atanmış, Mahmud'un diğer oğlu Musa ise Sinop Beyi olmuştu. Şehzade Mahmud'un en küçük oğlu Emirhan ise, çok küçük olduğundan henüz ataması yapılmamıştı. Şehzade Selim, Trabzon valiliği sırasında Türkmenlerin ve askeri başarıları münasebetiyle de yeniçerilerin desteğini arkasına almıştı. Ancak Osmanlı bürokrasisi, Şehzade Ahmet'in tahta çıkmasını desteklemekte idi. Manisa sancağındaki Şehzade Korkut'un erkek çocuğu olmadığından tahta çıkma şansı az olarak görülmekteydi. Konya'daki Şehzade Şehenşah 2 Temmuz 1511'de -babasından 6 ay evvel- vefat ettiğinden taht kavgasına dahil olamamıştı. Şehzade Selim, uzun zamandır kötü giden devlet işlerinden ötürü babasının artık saltanatı terk edeceğini haber almıştı. Fatih Kanunnamesi'ne göre hükümdar olan şehzade diğer kardeşlerini öldürecekti; bunun için kardeşleri Korkud ve Ahmed'in hareketlerini yakından takip ediyordu. Saltanatı ele geçirmek için kardeşleri gibi Selim de hazırlık yapmış, kendi askerlerine ek olarak Kırım Hanı kuvvetlerinden de istifade etmiştir. Rumeli'ye geçtiğinde yanında Kırım Hanı'nın küçük oğlunun komutasında 350 kadar asker de vardı. Ayrıca taraftarları sayesinde Yeniçeri Ocağı'nın desteğini de elde etmişti. Şehzade Selim'in oğlu Süleyman evvela Şarki Karahisar'a tayin edilmiş, ancak Şehzade Ahmet'in kendisine yakınlığı sebebiyle itiraz ettiğinden Bolu'ya naklolunmuş, Şehzade Ahmed bu sefer de kendisi ile İstanbul arasında rakibi Selim'in oğlunun bulunmasını istemediğinden buna da itiraz etmiş ve bu itirazı da kabul edilmiştir. Bu defa da Şehzade Selim, oğlu Süleyman'a kendi sancağı olan Trabzon'a uzak yerlerden sancak gösterildiğinden bu yerlere karşı çıkmış ve oğlunun kendi yakınında olmasını ısrarla talep etmiş, Şarki Karahisar yahut Kefe sancaklarından birinin verilmesini istemiştir. Tüm bunların sonucunda Süleyman Kefe sancağına atanmıştır. Kendisi İstanbul'a uzak olduğundan çabuk ve muntazam haber alamıyordu. Bu nedenle devlet merkezine yakın bir yere nakledilmek istiyordu. Bu maksada uygun olarak Rumeli'de bir sancak istedi ve hemen Kırım'daki Kefe üzerinden Tuna'ya doğru harekete geçti. Kendisine Trabzon'a ilaveten Kefe verildi ise de bunu kabul etmedi. Şehzade Selim'e nasihat vermesi amacıyla ulemadan kişiler yollansa da Selim bunları geri çevirdi; Anadolu'da nereyi istersen verelim önerisi gelse de istediği gibi bir cevap alamayınca derhal Kırım Hanı'ndan aldığı kuvvetle Silistre yoluyla Rumeli'ye Balkanlara geldi. Ulemalar tekrar yollansa da, Selim buna da kesin olarak red cevabı vermiştir. Ayrıca Şehzade Selim bu hareketinden önce, Şehzade Korkud da babasından izin almaksızın Antalya'dan kalkıp Manisa'ya gitmişti. Bu hareketleri doğru bulmayan Şehzade Ahmed; babası II. Bayezid'dan Korkud ve Selim'i öldürtmek için izin istemiş ise de Bayezid bunu kabul etmemiştir. Şehzade Selim'in Rumeli'ye geçişi İstanbul'da duyulunca, Selim üzerine asker sevkedilmesi gündeme gelmişti. Bunu haber alan Selim asi olmadığını, babasına saygılarını arz etmek için geldiğini beyan etmiş ve kendisine nasihat için babası tarafından yollanan elçiye itibar etmiş, bunun üzerine İstanbul'a dönen elçi şehzadenin babasının elini öpmek için geldiğini söylemiştir. Selim karşıtları bu oyunu kabul etmeyerek Selim'in üzerine Rumeli Beylerbeyi Hasan Paşa'yı göndermişler, ancak Hasan Paşa savaşmaksızın Edirne'ye dönmüştür. Bunun üzerine padişah II. Bayezid bizzat Selim'e karşı harekete geçmiştir. Padişah Bayezid yaşlı olduğundan arabayla hareket etmiş ve Çukurçayır'da Selim'in ordugahının karşısına gelmişti. Selim karşı taraftan taarruz olmadıkça, kesinlikle saldırılmamasını emretmiştir. Bayezid'e binmiş olduğu arabanın penceresinden elini öpmeye gelen oğlunun kuvvetleri gösterilince Bayezid duygulanmış, Rumeli akıncı ve sancakbeylerinin de etkisiyle, savaştan vazgeçilerek taraflar arasında bir anlaşma yapılmıştır. Buna göre; veliaht yapılacağı dedikoduları olan Şehzade Ahmed'in veliaht yapılmayacağı temin edildi ve Bayezid tarafından şehzadelerinden hiçbirini diğerine tercih edip veliaht yapmayacağına dair ahidname yazdırıldı. Ayrıca Selim'e Rumeli'den istediği Semendire Sancağı verilmiş, bununla beraber bu sancağa Alacahisar ve İzvorvik Sancakları da ilave edilmiştir. Bu gelişmeler üzerine Şehzade Ahmed babasına yazdığı mektupta; Selim'in askeriyle padişah babasının üzerine yürüdüğünü, buna rağmen 3 sancak ve buna ek olarak akçe verilmesini eleştirmiş; sadece 3 sancak olsa da bunun Rumeli'nin tamamen verilmesi demek olduğunu, hükümdarlığına sadece bir hutbe ve bir de sikke kaldığını; hâlbuki kendisinin babasını asla incitmediğini de belirtmiştir. Ayrıca babası sağ oldukça saltanatta kesinlikle gözü olmadığını ancak asi kardeşi üzerine gitmesine izin verilmesini istemiştir. Böylece, veliaht tayini işini de önleyen Selim, komutasındaki askerlerle Semendire'ye gitmeyip, Eski Zağra ve Filibe taraflarında kalmış ve Semendire'ye bir vekil çıkışı​Baba-oğul mücadelesi​ Şehzade Selim, Semendire'ye gitmeyip yolda oyalanırken, merkezden sancağa gitmesi emredilirken; Şahkulu meselesinin sonuçlanmasını beklediğini arz ediyordu. Sonuçta Şahkulu ile savaşılmış, bu savaşta Veziriazam Hadım Ali Paşa hayatını kaybetmişti. Şehzade Ahmed ise asileri takip etmek yerine Amasya'ya dönmesi, askerlerin Ahmed'e olan desteğini azalmıştı. Hadım Ali Paşa'nın vefat ettiğini öğrenen Beyazid, yine aynı zamanlarda Karaman Valisi oğlu Şehzade Şehenşah'ın da ölüm haberini de alınca; saltanattan kati surette çekilmeye karar verdi. Devlet ileri gelenlerini davet edip görüştü ve çoğunluk Şehzade Ahmed'in hükümdar olmasını destekledi. Hadım Ali Paşa'nın yerine veziriazam olan Hersekzade Ahmed Paşa, bu karara katılmadı; padişahın çekilmemesi, Şehzade Selim'in Semendire'de kalması, Şehzade Ahmed'in ise Karaman eyaletine nakledilmesi gerektiğini savunsa da başta padişah olmak üzere çoğunluk Şehzade Ahmed'in hükümdar olmasını istediğinden kendisine haber gönderdi. Karar verildikten sonra padişah Bayezid, Rumeli beylerini çağırarak onlardan Şehzade Ahmed'e itiraz etmeyeceklerine dair söz aldı. Rumeli beyleri gibi Selim'i destekleyen yeniçeriler ise Ahmed'in hükümdarlığını önlemek için "Senin sağlığında biz başkasını padişah istemeyiz" diye teminat vermişti. Filibe'de bulunan Şehzade Selim ise tüm bunları adamları vasıtasıyla öğreniyordu. Bayezid'ın verdiği ahidname'ye uymadığını anlayan Şehzade Selim, kişilik kuvvetle, Çorlu'da babasının kuvvetlerinin olduğu ovaya girdi. Ağustos 1511 tarihinde vuku bulan savaş sonunda Selim kuvvetleri yenildi. Şehzade takip edenlerin elinden zorla kurtularak Karadeniz sahiline geldi ve kendisine katılanlarla İğne Ada İnada'dan gemiyle Kefe'ye gitti. Selim'in bu mağlubiyeti üzerine, Ahmed'e derhal İstanbul'a gelmesi yazıldı. Veziriazam Hersekzade, daha önce verilen ahidnameye sadık kalınması, hiçbirinin bir diğerine tercih edilmemesini savundu. Ayrıca askerin Selim'den taraf olduğunu, Kapıkulu Ocakları'nın Ahmed tarafına çevirdikten sonra saltanatı terketmesini ve Ahmed'i İstanbul'a getirtmeyerek Karaman'da alıkoymasını padişaha arz ettiyse de bu sözü dinlenmedi. Şehzade Ahmed İstanbul'a vardığının ertesi günü padişah ilan ayaklanması ve Sultan Selim'in cülusü​ Şehzade Ahmed'in hükümdarlığını tanımayan yeniçeriler, bununla kalmayıp içlerinde devlet ileri gelenlerinin evlerinin de olduğu birçok evi talan etti. Yeniçeriler, Selim'e sadakat göstererek onun gelmesi ve veliaht olması gerektiğinde ısrar etti. Bunu haber alan Ahmed Anadolu'ya döndü. Selim karşıtları bunun üzerine Şehzade Korkud'u hükümdar yapma düşüncesiyle kendisini acele İstanbul'a davet ettiklerine dair haber yolladılar. Bunun üzerine İstanbul'a gelen Korkud'a yeniçeriler hürmet gösterse de, Selim'den başkasını istemediklerini söylediler Yenibahçe ayaklanması 6 Mart-24 Nisan 1512. Bu durum üzerine zor duruma düşen ve artık hükmü ve nüfuzu kalmayan Bayezid Selim'i İstanbul'a davet etti. Bayezid başlangıçta saltanattan çekilmeye yanaşmayarak Selim'e, Şah İsmail üzerine yapılacak sefere Serdar tayin etmeyi teklif etse de; Selim ordunun başında hükümdarın bulunması gerektiğini söyleyerek bu teklifi reddetti. Bayezid oğlunun hükümdar olma isteği ve asker ile bazı devlet adamlarının Selim'den taraf olduğunu görünce saltanatı Selim'e terketti Safer 918/Nisan 1512. Selim'in cülusu da 23 Mayıs'ta gerçekleştirilmiştir. Bayezid tahttan çekilip istirahat edeceği Dimetoka'ya gitmek üzere yola çıksa da Dimetoka'ya varamadan Çorlu civarında ansızın vefat etti. Bu konuda kayıtlar Bayezid'ın; yolda giderken hastalandığından ya da ihtiyarlığından ötürü eceliyle öldüğünü söylese de, Tacü't-Tevarih'te zehirlenmek suretiyle öldüğünden bahsedilmektedir. Ayrıca Şehzade Ahmed, Memlük Sultanı'na yazdığı mektupta babası Bayezid'ın hastalanarak vefat ettiği duyurulduktan sonra halk arasında vefatının oğlu Selim tarafından yapıldığı görüşünün yaygın olduğunu bertaraf edilmesi ve taht kavgasının sonlandırılması​Selim'in Osmanlı tahtına oturması sorunlu olmuştur. Babası Bayezid başta olmak üzere devlet erkanınca müstakbel padişah olarak görülen Şehzade Ahmet, Yavuz'un iktidarı ele geçirmesini hazmedememiştir. Ahmet; Konya'da hükümdarlığını ilan etmekle kalmamış, 19 Haziran 1512'de oğlu Alaaddin'i göndererek Bursa'yı da ele geçirmiştir. Alaaddin, Bursa Subaşını öldürterek padişahlık alameti olan hutbeyi babası Şehzade Ahmet adına okutmuştur. Bu duruma karşılık Selim, 29 Temmuz 1512'de Bursa'ya geçerek Alaaddin'i şehri terke zorlamıştır. Bu olayın üzerine, Şehzade Ahmet taraftarı olan ve onunla gizli iletişimi de olan Sadrazam Koca Mustafa Paşa'yı idam ettiren Yavuz, 4. defa Hersekzade Ahmet Paşa'yı sadrazamlığa getirmiştir. Yavuz, sorun çıkarmaması için; Saruhan valisi iken ölen Şehzade Mahmut'un oğulları Kastamonu Beyi Orhan 1494-1512, Emirhan Emirhan henüz küçük olduğundan sancakbeyliğine yollanmamıştı ve Sinop Beyi Musa 1490-1512'yı; Şehzade Alemşah'ın oğlu Çankırı Beyi Osman'ı ve Şehzade Şehenşah'ın oğlu babasının ölümü üzerine Konya'ya tayin edilen Mehmet Bey'i ortadan kaldırtmıştır. Selim'in padişahlığını tanıyan öz ağabeyi Şehzade Korkut bunun üzerine Saruhan Sancakbeyliği'ne tâyin edilmiştir. Yavuz Sultan Selim, öz ağabeyinin fikrini öğrenmek için, bazı devlet adamlarının ağzından padişah olmasını arzu eder tarzda mektuplar yazdırmış, Şehzade Korkut’un, mektuplara müspet cevaplar vermesi üzerine Manisa kuşatılmıştır. 1513'te Bergama yakınlarında yakalanmıştır. Ardından Sultan Selim, ağabeyini 9 Mart 1513'te yay kirişiyle boğdurtmuştur. Yavuz'un yanındaki devlet adamlarının lisanından yazılan Ahmed'e mektuplar yazılarak, şehzadelerin ve veziriazam Koca Mustafa Paşa'nın öldürülmesinden ve kendilerinin zor durumda olduğundan şikayet etmişler ve Şehzade Ahmed'i ilk çarpışmada kendisine iltihak edeceklerine inandırmışlardı. Bunun üzerine Ahmed Bursa üzerine yürümüş fakat Yenişehir Ovası'nda yapılan mücadeleyi kaybetmiştir. Daha sonra esir edilen Ahmet de Kapıcıbaşı Sinan Ağa'ya boğdurtturulmuştur. Devlete isyan suçunun had cezası olarak idam olunan Şehzade Ahmet, böylece 38 gün önce idam edilen kardeşi Şehzade Korkut'la aynı kaderi paylaşmıştır. Bu yolla Selim tahtın tek hakimi konumuna gelmiştir Şevval 918/Ocak 1514. Sadece Şehzade Ahmed'in Kasım adındaki oğlu Memlüklere iltica etmiş ve Murad adındaki diğer oğlu ise Şah İsmail'in yanında bir süre kalmıştır. Murad, İran'da sancakbeyi derecesinde bir hizmette iken vefat Seferi​Çaldıran Savaşı​ Sultan Selim tahta çıktığında Osmanlı İmparatorluğu sıkıntılı bir dönem yaşıyordu. Bu bunalımlı dönemin en büyük nedeni doğudaki Şii Safevi Devleti olarak kabul edilmekteydi. Safevi Devleti'nin ortadan kalkmasıyla Anadolu'daki Osmanlı egemenliği sağlamlaşacak ve doğudan gelebilecek tehditlere karşı dağlık Doğu Anadolu Osmanlı savunmasını güçlendirecekti. Yavuz Sultan Selim'in bir başka amacı da doğudaki bütün İslam devletlerini tek bir devlet çatısı altında birleştirmekti. I. Selim, Safevilerle girilebilecek bir savaşa karşı hazırlıklar ve çalışmalar yaptı. Şah İsmail de aynı dönemde Safevilerin başında, Osmanlılara karşı bazı hazırlıklar sürdürüyordu. Yavuz Sultan Selim bu amaçlarla, 1514 yılı baharında ordusuyla birlikte İran seferine çıkmıştır. Oğlu Süleyman'ı kişilik kuvvetle Anadolu'da emniyet olarak bırakmıştır. Osmanlı kuvvetleri, Erzincan'dan Tebriz'e doğru yürüyüşlerine böylece başlamıştır. Osmanlı ve Safevi ordularının ikisi de Türk ve Müslümandı. Sefer çok uzun sürmüş, ancak Safevi ve Osmanlı güçleri henüz karşılaşamamıştı. Osmanlı Ordusu'nda bazı güçlük ve kıtlıklar baş göstermeye başlamıştı. Bu sırada, orduda seferden geri dönme düşüncesinde olanlar da vardı. Yaşanan bazı olayları ve dillendirilen bazı rahatsızlıkları fark eden I. Selim, atına binerek askerlerine hitaben cesaret veren ve meydan okuyan bir konuşma yaptı. Geri dönmeye niyeti olmadığını söyleyen I. Selim, askerlerin söylediklerine uyan ve geri dönüş için kendisi ile görüşen Hemdem Paşa'yı çocukluğundan beri tanıyor olmasına rağmen ölümle cezalandırdı. Cesedi gömülmesi için Yeniçerilere verdirdi. Osmanlı ve Safevi orduları Çaldıran Ovası'nda 2 Recep 920/23 Ağustos 1514 tarihinde karşılaştı. Osmanlı Ordusu'nun yaya kuvvetleri daha çok olmasına karşın, Safevi Ordusu'nun süvarileri fazlaydı. Ancak Safevi Ordusu'nda top yoktu; buna karşın Osmanlı'da topçu kuvvetleri bulunuyordu. Kanuni Sultan Süleyman döneminde hazırlanmış olan Şükri-i Bitlisi'nin Selimnâme adlı eserinde; Safevi askerleri, kırmızı çubuğa dolanmış sarıklar, miğfer ve zırhla; Osmanlı Ordusu ise önde tüfek ve mızraklı dört yeniçeriyle zırhsız ve miğfersiz olarak resmedilmiştir. 24 Ağustos'ta gerçekleşen savaşta Osmanlı kuvvetleri zafer kazanırken, Safevi'ler bozguna uğramıştır. Savaşın kazanılmasında Osmanlı ordusunda ateşli silahların olması belirleyici olmuştur. Bu durum Safevîlerle sürekli mücadele halinde olan Özbeklerin de menfaatlerine olmuştur. Zaten daha önce Özbekler ile Osmanlılar arasında siyasi ilişkiler güçlenmiş ve ortak düşman Safevilere karşı müttefiklik kurulmuştu. Muharebe, Osmanlıların lehine sonuçlandı. Muharebede yaralanan ve atından düşen Şah İsmail, askerlerinden birinin atını ona vermesi ile savaş alanından kaçtı. I. Selim yoluna devam ederek Tebriz'e girdi, bu olayı müteakip şehirdeki birçok sanatçı ve ilim adamı İstanbul'a gönderildi. Yaşadığı ağır yenilginin ardından Şah İsmail eski saygınlığını yitirdi. Bu sayede Doğu Anadolu'da Osmanlılar için bir tehlike kalmadı. i] Çaldıran Zaferi'nden sonra, Erzincan, Bayburt kesin olarak Osmanlı hakimiyetine geçti. 15 Eylül 1514'te Tebriz'den Karabağ'a hareket eden Yavuz kışı orada geçirip, baharda İran'ı tümüyle almayı amaçlasa da şartlar müsait olmadığı için Amasya'ya gitmişti. Bundan önce Nahçivan'da iken askerlerin bazı köy evlerini yakmalarını vesile ederek , askeri kontrol etmede ihmalkâr oldukları söylemişti. Bu nedenden ötürü veziriazam Hersekzade Ahmed Paşa ve ikinci vezir Dukakinoğlu Ahmet Paşa azledildi. Kışı Amasya'da geçiren Sultan Selim, ilkbaharda tekrar İran seferine çıkacağı için top ve cephaneyi Şarkı Karahisar’da bırakmıştır. Selim, Amasya'da oturduğu sırada Dukakinoğlu Ahmed Paşa'yı veziriazam ve defterdar; Piri Mehmed Paşa'yı da üçüncü vezir ilan etti. Ancak Dukakinoğlu'nun veziriazam olmasından 2 ay sonra, yine devlet adamlarının kışkırtmasıyla Muharrem 921/Şubat 1515 tarihinde yeniçeri ayaklanması oldu. Bunun üzerine Yavuz Sultan Selim ayaklanma sebebini araştırmış, sonuçta askeri ayaklanmaya teşvik ettiği ve ayrıca Dulkadiroğlu'yla ittifakı olup mektuplaştığı anlaşılan Sadrazam Dukakinoğlu Ahmet Paşa idam edilmiştir. Bu olay üzerine Selim bir süre veziriazamlığa kimseyi tayin etmemiştir. I. Selim, askerin vaziyeti sebebiyle İran üzerine tekrar sefer yapılamayacağından, emniyet sağlamak amacıyla doğu ve güney sınırlarına ait bazı yerleri ele geçirilmesi gerektiğine karar verdi. Çaldıran Savaşı 1514 Çaldıran Savaşı 1514 Çaldıran Savaşı, Çaldıran Muharebesi ya da Çaldıran Meydan Muharebesi, Osmanlı padişahı I. Selim ile Safevi hükümdarı Şah İsmail arasında 23 Ağustos 1514'te, günümüzde İran sınırları içinde olan Maku şehri yakınında yer alan Çaldıran Ovası'nda yapılan savaş Volker Eida'e... Doğu ve güney sınırlarındaki önemli kale ve şehirlerin fethi​Sultan Selim Han öncelikle Kemah Kuşatması ile işe başlamıştır. Ardından İran Seferi sırasında, şah'a karşı savaşa katılması istenen, buna karşın Safevi ve Mısır Memlüklerine yardımda bulunan, ayrıca kendisine bağlı bazı aşiret reisleri de Osmanlı zahire kollarını vurduran Dulkadiroğlu Alaüddevle’nin üzerine gidilmesine karar vermiştir. Dulkadiroğulları Beyliği'nin üzerine Şehsüvaroğlu Ali Bey yollanmış, 12 Haziran 1515'te kazanılan Turnadağ zaferi ile de beylik toprakları Osmanlı'ya geçmiştir. Safevi Devleti'nin batı sınırındaki şehir ve kalelerden en önemlilerinden biri olan Diyarbakır'ın da alınmasına karar veren Sultan Selim, doğudaki cepheyi yeniden açarak serdarlığa da Bıyıklı Mehmed Paşa’yı getirmiştir. Osmanlı Devleti'ne gelmiş olan bilim adamı İdris-i Bitlisi’nin de yardımlarıyla harekete geçen serdar paşa, gerçekleştirdiği bir dizi çarpışmanın sonuncusu olan Koçhisar Muharebesi ile Safevi ordusunu imha etmiştir. Mardin de kuşatma sonucu Osmanlı topraklarına katılmıştır . Böylelikle Urmiye, İtak, İmadiye, Siirt, Eğil, Hasankeyf, Palu, Bitlis, Hizran, Meyyafarikin ve Cizre; Osmanlı hâkimiyetine girmiştir. Bu tarihlerde Memlük Devletine tabi olan Ramazanoğulları Beyliği'nin başında Mahmud Bey bulunuyordu. Bu zaferlerden sonra Osmanlı'yla yakınlaşan Mahmud Bey'i Memlük Devleti azletmiş, bunun üzerine Mahmud Bey de Yavuz Sultan Selim'e tabiiyetini resmen arz etmiştir. Ramazanoğulları Beyliği kendiliğinden teslim olup Osmanlı'ya tabii olmasıyla Anadolu'da birlik Seferi​Mercidabık Savaşı​Osmanlılar ile Memluklüler arasında, Fatih Sultan Mehmet devrinden beri süregelen anlaşmazlıklar bulunsa da İran Seferi, Memlük ve Safevilerin ittifak yapmalarına neden olmuştur. Ayrıca Yavuz'un Safeviler'e karşı sefere çıktığını haber alan Memlük Sultanı ordusunu Osmanlı sınırına kaydırmıştı. Yavuz Sultan Selim döneminde, Dulkadiroğlu Beyliği'ne son verilmesi, Osmanlılar ile Memlüklüler arasındaki mevcut gerginliği daha da arttırdı. 1516 yılında Sadrazam Hadim Sinan Paşa komutasındaki Osmanlı ordusunun Suriye’den geçmesine Memlüklerin izin vermemesi üzerine, Yavuz Sultan Selim 5 Haziran 1516'da Mısır seferine çıkmış, 27 Temmuz günü Osmanlı Ordusu Mısır sınırına dayanmıştır. Memluk Sultanlığına bağlı Antep 18 Ağustos 1516 ve Besni 19 Ağustos 1516 kaleleri birer gün arayla teslim olmuştur. Ancak ,asıl savaş 24 Ağustos 1516'da Halep yakınlarında Mercidabık'ta gerçekleşmiş, Memluk Ordusu Osmanlıların ezici top ateşi karşısında fazla dayanamamıştır. Savaş sonunda yaşlı Memlük Sultanı Kansu Gavri atından düşerek ölmüştür. Bu sefer sonucunda Osmanlı'nın sınırları km2ye Savaşı​28 Ağustos 1516'da Halep'e giren Yavuz Sultan Selim hiçbir direnmeyle karşılaşmadan şehri teslim almıştır. Hama 19 Eylül 1516, Humus 21 Eylül 1516 ve Şam 27 Eylül 1516 aynı şekilde teslim olurken, Lübnan emirleri de Osmanlı hakimiyetini kabul etmiştir. 21 Aralık, 1516'da Sadrıazam Sinan Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu Han Yunus Savaşı'nda Canberdi Gazali'yi yenmiş, böylece Filistin yolu açılmıştır. Yoluna devam eden Yavuz 30 Aralık 1516'da Kudüs'e girmiş ve Kudus'deki kutsal yerleri ziyaret etmiştir. Osmanlı ordusu 2 Ocak 1517'de Gazze'ye girmiştir. Mercidabık Savaşı'ndan sonra Memlük Devleti'nin başına geçen Tomanbay; Osmanlı hakimiyetini kabul etmediği gibi barış teklifi için gelen Osmanlı elçisini de öldürmüştür. Tumanbay, Venediklilerden top ve silah alarak Ridaniye'de kuvvetli bir savunma hattı kurmuştur. Yavuz Sultan Selim, ordusuyla birlikte Sina Çölü'nü 5 gün içinde şimdiki tank hızıyla 11 Ocak-16 Ocak geçerek, Ridaniye'de Memlük Ordusu ile karşılaşmıştır. Hemen sâhil yolunu bırakıp güneye şinâ çölüne doğru yönelip, hızla yol alıp Memlük Ordusu'na, El-Mukaddam Dağı'nın etrafını dolaşarak güneyden saldıran Yavuz Sultan Selim, bu manevra sayesinde Memlük Ordusu'nun yönleri sabit olan toplarını etkisiz hale getirmiştir. Memlük Sultanı Tumanbay çok büyük çabalarla yaptığı savaş hazırlıklarına rağmen 22 Ocak günü Ridaniye Savaşı'nı kaybetmekte olduğunu anlayınca en cesur askerleri ile bir birlik kurup Osmanlı komut merkezine bir baskın düzenledi. Sultan Selim'in otağı sandığı Veziriazam'ın çadırına girdi ve Veziriazam Hadim Sinan Paşa öldürüldü. Bu suiskast baskınınında istenen hedefi bulamaması sonucu, Tumanbey savaş alanından kaçtı. Böylece 22 Ocak 1517'de Ridaniye Zaferi kazanılmış oldu. Fakat bu savaş çok zayiatlı geçmiş ve her iki taraf da kadar asker kaybetmiştir . 24 Ocak 1517'de Kahire alınmıştır. 4 Şubat 1517'de Yavuz törenle Kahire'ye girmiş ve Mısır Memlükleri'ne bağlı Abbasi halifeliğine son vermiştir. Kahire'yi hiç zayiat ve şehrin sosyal ve ekonomik hayatına zarar vermeden eline geçirmek niyetiyle 25 Ocak'ta Sultan Selim direniş göstermeden teslim olan bütün Memlûklülerin affedileceğini ilan etti. Fakat Tumanbay ve ona yakın Memlûklü komutanları gerilla tipi direniş organize etmeye başladılar ve bu nedenle Kahire ancak üç gün süren çok şiddetli savaştan sonra ele geçti ve şehir kısmen yıkıldı ve binlerce kişi öldü. 4 Şubat 1517'de Yavuz törenle Kahire'ye girdi ve "Yusuf Nebi Tahtı"na oturdu. Memluklular Nil deltasında ve Yukarı Mısır'da direnişe devam ettiler. Fakat fazla zaman geçmeden Osmanlı güçleri bu direniş merkezlerini elimine edip Tumanbey'i yakalamayı başardılar. 13 Nisan 1517'de Tumanbey Kahire kale kapısında asılarak idam edildi. Bu zaferle birlikte Memlük Devleti yıkılmış, toprakları Osmanlı egemenliğine girmiştir. Bu seferde çok büyük ganimet elde edilmişti ve Mısır'daki Osmanlı ordusu erzak ve mühimmat gerektiriyordu. Sultan Selim İstanbul'a gemi ile haber göndererek 80 parça kadar gemi ve 20 parça kadırgadan oluşan bir filonun İstanbul'dan acele gönderilmesini istedi. Bu sırada İstanbul çok şiddetli bir kış geçirmekte idi; Haliç donmuştu ve İstanbul kaymakamı muhafızı Piri Paşa hemen istenilen filoyu gönderemedi. Hâlbuki tersanede çok sayıda yeni gemi, özellikle 6 top gemisi ve 5 at gemisi yapılmış hazır bekliyordu. Top gemileri o zamana kadar Tersane'de yapılan gemilerin en büyüklerinden olup her birine yirmi yedişer vukiyye demür atar darbezen topları yerleştirilmişti. Destek filosu ancak 26 Mart'ta İstanbul'dan yol almaya başladı. İskenderiye limanına ulaşan filo orada Sultan Selim için çok görkemli bir donanma gösterisi sergilediler. Ele geçen hazineler ve ganimet malları bu filoya yüklenerek 15 Temmuz'da İstanbul'a gönderildi. Mısır Seferi sonunda Suriye, Filistin ve Mısır, Osmanlı hakimiyetine girmiştir. Ayrıca Hicaz ve yöresi de Osmanlı topraklarına katılmıştır. Doğu ticaret yolları tamamen Osmanlıların eline geçmiştir. Elde edilen ganimetler ve alınan vergilerle Osmanlı Hazinesi dolmuştur. 6 Temmuz 1517'de Kutsal Emanetler Osmanlı eline geçmiştir. Ayrıca Kıbrıs'taki Venedikliler Memlükler'e verdikleri vergiyi Osmanlılar'a ödemeye başlamıştır. Mısır'ın alınmasıyla Baharat Yolu da Osmanlı kontrolüne geçmiştir. Devrin en önemli iki ticaret yolu İpek ve Baharat Yolu'nu ele geçiren Osmanlı bu sayede Avrupa ülkeleri, ekonomik yönden Osmanlılara bağımlı duruma gelmiştir. Ancak Ümit Burnu'nun keşfi nedeniyle bu avantaj uzun sürmemiştir. Bunlara ek olarak, Mısır'ın Osmanlı hakimiyetine girmesi ve Tomanbay'ın ölümünden sonra; Yavuz Sultan Selim, Kansu Gavri'nin kendisine rakip olarak çıkardığı kardeşi Ahmed'in oğlu Kasım'ı ele geçirtmiş ve İsmail'in elçi göndermesi​Yavuz Sultan Selim, Çaldıran Muharebesi'nden sonra Şah İsmail'in barış için yaptığı teklifleri kabul etmemiş olup, Doğu Seferi'ne devam etme amacını taşıyordu. Ancak, Şam'a geldiğinde Şah İsmail'in name ve hediyeleriyle elçilerini oraya gelmiş buldu; Şah İsmail'in barış yapma hususunda bu kadar istekli olması Mısır Seferi'nde sonra kendi üzerine bir başka sefer daha yapılmasını olası görmesiyle açıklanabilir.“Şah İsmail yolladığı namesinde saygı dolu ifadeler kullanıp şöyle diyordu "Sen birçok belde ve tebaaya malik oldun; bilhassa Mısır'ı almakla Hadim-i Haremeyn-i Şerifeyn unvanını aldın. Şimdi sen arzın İskender'isin; aramızda geçen geçmiştir; bir daha geri gelmez; sen memleketine git, ben de memleketime gideyim; aramızda Müslümanların kanlarını dökmeyelim, arzun ve maksadın ne ise onu ben yerine getiririm.",, Sultan Selim askerin yorgun olması nedeniyle Şah İsmail'in üzerine gitmedi; bununla beraber Şah İsmail'den gelebilecek herhangi bir saldırıya karşı tedbir almayı da ihmal etmemiştir. Yavuz, dönüş yolunda Mercidabık mevkine geldiğinde veziriazam Piri Mehmed Paşa'yı yeniçeri ve bir hayli eyalet askeri ile Diyarbakır tarafına yolladı, kendisi de İstanbul'a hareket etti. Piri Mehmed Paşa bir süre Fırat Nehri kenarında kaldı; Şah İsmail'in hiçbir harekette bulunmaması üzerine verilen emir ile Edirne'de bulunan padişahın yanına Celal Ayaklanması​ Bozok Türkmenleri'nden ve Amasya'nın Turhal kasabası halkından Celal isminde tımarlı bir kızılbaş ayaklanarak kişi toplayıp Tokat'a gelmişti. Bu hadisenin bastırılması için Rumeli Beylerbeyi Ferhad Paşa görevlendirilmişti. Aynı zamanda Şehsüvaroğlu Ali Bey de olaydan haberdar edilmişti. Ferhad Paşa gelmeden önce; Ali Bey, Kızılbaş Celal'in üzerine yürümüş ve Celal'i mağlup etmiştir 924/1518.Batı Seferi hazırlığı​Yavuz Sultan Selim, Mısır Seferi'nden döndükten sonra donanmaya önem vermiş, hazırlık yapmaya başlamıştı. Bu hazırlığın ne tarafa olacağı henüz bilinmediğinden Venedikliler telaşlanmış, Kıbrıs adasına ait vergiyi vermekle beraber her ihtimale karşı adayı da askeri yönden takviye etmişler, ayrıca Avrupa'da müttefik aramaya başlamışlardı. Bununla beraber seferin ne tarafa gerçekleştirileceği muğlaktır. Ayrıca Papa X. Leo'nun Osmanlılara karşı sefer yapılması amacıyla çalışmaları olduğu da bilinmektedir. Papa, Osmanlı'ya karşı ittifak yapma amacıyla İspanya, Avusturya, Fransa ve İngiltere devletleriyle görüşmekteydi. Donanmadaki hazırlığın esasen, olası bir Haçlı Seferi'ne karşı denizde de üstün olmak amacıyla yapılmış olması olasıdır. Bir kısım devlet ileri geleni de Rodos'un fethi konusunda Sultan Selim'i teşvik ediyordu. Ancak Selim adanın zaptı için hazır bulunan dört aylık levazımı yeterli bulmamıştı. Daha önce Fatih Sultan Mehmed tarafından da kuşatılan Rodos'un, fethedilmesinde yine başarısız olunmasını istemediğinden dolayıdır ki Sultan Selim çok daha iyi hazırlanılması emretmiştir. Yavuz Sultan Selim, donanma faaliyetleriyle beraber yapacağı seferin yönü hakkında kesin kararı vermeden önce Edirne'ye gitmeye karar vermiştir. Mısır Seferi'nde sonra Batı Seferi'ne başlamak amacıyla Veziriazam'ı Kapıkulu askerleriyle Edirne'ye göndermiş, sonra kendisi de 2 Şaban 926/Ağustos 1520'de Edirne'ye doğru yola çıkmıştır .Ölümü ve tarihe bıraktıkları​ Yavuz Sultan Selim'in saltanatı kısa sürmüş olsa da, Osmanlı İmparatorluğu'nun oğlu Süleyman döneminde altın çağını yaşamasına zemin hazırlamıştır. Sultan Selim, babasından devraldığı boş hazineyi ağzına kadar doldurmuştur. Yaygın bir efsaneye göre; hazinenin kapısını mühürledikten sonra, şöyle vasiyet etmiştir“"Benim altınla doldurduğum hazineyi, torunlarımdan her kim doldurabilirse kendi mührü ile mühürlesin, aksi halde Hazine-i Hümayun benim mührümle mühürlensin.",, Bu vasiyet tutulmuş, o tarihten sonra gelen padişahların hiçbiri hazineyi dolduramadığından, hazinenin kapısı Osmanlı'nın yaklaşık 400 yıl sonraki iflasına kadar Yavuz'un mührüyle mühürlenmiştir. Sultan Selim, Mısır Seferi'nden sonra Batı Seferi'ne başlamak amacıyla Veziriazam'ı Kapıkulu askerleriyle Edirne'ye göndermiş, sonra kendisi de 2 Şaban 926/Ağustos 1520'de Edirne'ye doğru yola çıkmıştır. Ancak Selim, sırtında bir çıban çıkmasından ötürü rahatsızlanmıştır. Halk arasında yanıkara olarak da isimlendirilen bu çıban,Şirpençe ya da Aslan Pençesi ismiyle bilinmektedir. Hoca Sadettin Efendi, yazılarında Yavuz Sultan Selim'in ölümüne sebep olan çıban hakkında ayrıntılı bilgiler vermiştir ve bundan ötürü günümüzde kaynak olarak genelde onun yazılarına başvurulmaktadır. Yazılarına göre; Yavuz Sultan Selim, Edirne'ye harekete karar verdikten sonra bir gün musahibi Hasan Can'a sırtına bir şeyin battığını söylemiş, bunun üzerine Hasan Can, elini hükümdarın sırtına sokmuş fakat bir şey bulamamıştır. Ancak ikinci sefer yine aynı şeyden şikâyet edince o zaman Hasan Can, Sultan Selim'in sırtına bakmış ve henüz baş vermiş, etrafı kızarmış ve tam olgunlaşmamış sert bir çıban görmüştür. Bunu Sultan Selim'e söyleyince, Sultan çıbanı sıkmasını istemişse de Hasan Can "Pâdişahım, büyük bir çıbandır, henüz hamdır, zorlamak caiz değildir, bir münasib merhem koyalım" demiş, bunun üzerine Sultan Selim "Biz Çelebi değiliz ki, bir çıban için cerrahlara müracaat edelim" cevabını vermiştir. O geceyi ızdırap içinde geçiren Hünkâr, ertesi gün hamama giderek orada çıbanı sıktırıp zedeletmiş, fakat bu da ızdırabını artırmaktan başka bir işe yaramamıştır. Bunun üzerine Hasan Can'a "Seni dinlemedik amma kendimizi helâk ettik" deyip çıbanın macerasını anlatınca Hasan Can "neredeyse aklım başımdan gidiyordu" diyecektir. Bütün bu sıkıntılara rağmen Yavuz, sefer daha önce kararlaştırıldığı için geri dönmeyerek hasta olduğu halde 2 Şaban 926/Ağustos 1520 tarihinde Edirne'ye doğru yola çıkmıştır. Yavuz, Çorlu'da kırk gün Başhekim Ahmed Çelebi tarafından tedavi edilmiş fakat yara yine de büyüyüp açılmıştır. Hareket edemeyecek kadar yorgun düşen Yavuz, tedaviden ümidini kesince Edirne'de bulunan Veziriazam Piri Mehmed Paşa ile vezir Çoban Mustafa Paşa'yı ve Rumeli Beylerbeyi Ahmed Paşa'yı acele yanına çağırtmış ve vasiyetini belirtmiştir. Ayrıca acele edip yetişmesi için Manisa Valisi olan oğlu Şehzade Süleyman'a haber göndermiş ancak oğlu gelmeden 926/1520 yılında 8 Şevval'ı 9'una/21 Eylül'ü 22'sine bağlayan gece Çorlu karargahının bulunduğu köyde vefat etmiştir. Sultan Selim'in vefatı, tek oğlu olan Manisa Valisi Şehzade Süleyman gelinceye kadar gizli tutulmuştur. Süleyman'ın 11 Şevval tarihinde İstanbul tarafına gelip kadırga ile saraya indiği haber alındıktan sonra, Selim'in vefatı ve yeni padişahın İstanbul'a geldiği ilan edilmiştir. Devlet erkânı, derhal İstanbul'a gelip yeni Padişah'ı tebrik ettikten sonra Selim'in naaşı, bütün ilgililer tarafından Edirnekapı haricinde, bağlar ucunda karşılanıp, hazırlanmış bulunan tabuta konmuştur. Fâtih Sultan Mehmed Câmii'nde cenaze namazı kılındıktan sonra, o tarihlerde Mirza Sarayı denilen günümüzdeki Sultan Selim Câmii yanındaki mahalleye defnedilmiştir. Türbesi, oğlu Süleyman tarafından yaptırılmıştır. Yavuz Sultan Selim; 22 Eylül 1520'de Aslan Pençesi Şirpençe denilen bir çıban yüzünden vefat ettiğinde oğluna, dolu bir hazine, güçlü bir ordu ve iç karışıklıklara son verilmiş bir devlet bırakmıştır. Kanuni Sultan Süleyman, Fatih Camii'nde babasının cenaze namazını kıldıktan sonra, onu Sultan Selim Camii avlusundaki türbeye Mısır Seferi sonucunda kutsal topraklar Osmanlı hakimiyetine girmişti. 6 Temmuz 1517'de Kutsal Emanetler Emanet-i Mukaddese denilen ve aralarında Muhammed'in hırkası, dişi, sancağı ve kılıcı da bulunan eşyaları, Hicaz'dan Yavuz Sultan Selim'e gönderilmiştir. Yavuz Sultan Selim'in, Ayasofya Camii'nde yapılan bir törenle, son Memlük halifesi III. Mütevekkil'den halifeliği devraldığı Yavuz Sultan Selim dönemindeki eserlerde yer almadığı ve daha sonra 18. yüzyılın sonlarında kaleme alınan bir yabancı eserde yer aldığı ve buradan diğer eserlere geçtiği söylenir. Bazı tarihçiler ilk halife olmadığını, daha önceki padişahların da halife unvanını kullandıklarını ve Ayasofya Camii'nde merasim yapılmadığını söylemişlerdir. Kutsal toprakları aldığı zaman oradaki idarecilerin kullandığı Hakimü'l-Haremeyn Kutsal beldelerin hakimi sıfatını uygun görmeyip kendini Hadimü'l-Haremeyn Kutsal beldelerin hizmetkârı ilan etmiş, Kendi deyimiyle Hadim-i Haremeyn-i Şerifeyn Haremeyn-i Şerifeyn, yani Mekke ve Medine'nin hizmetkarı unvanını devralmıştır. O dönemde halife olan III. Mütevekkil İstanbul'a taşınmış ve ömrünün sonuna kadar orada Osmanlı koruyuculuğunda, siyasi yetkiye sahip olmadan yaşamıştır. Her ne kadar Hilâfet Osmanlı sultanlarına geçse de, halife sıfatı Osmanlı belgelerinde sıkça kullanılmış değildir. Hatta şaşaalı bir elkap kullanan Kanuni Sultan Süleyman gibi bir sultanda dahi halife unvanına rastlanmaz. Resmi olarak ilk kez Küçük Kaynarca Antlaşması ile Osmanlı Padişahı, halife olarak Rus idaresine giren Kırım Müslümanlarının koruyucusu olarak gösterilmektedir. Osmanlı'da hilafet iddialarının kurumsallaşıp oturması ancak Sultan Abdülmecid ile başlayacak ve Sultan II. Abdülhamid ile gelişecektir. Bazı araştırmacılar Yavuz'un kulağına küpe taktığı ve bunun Mısır Seferi zamanına dayandığını iddia etmektedir. Ancak bu konuda çeşitli görüşler vardır. Bazı tarihçiler Sünni mezhebinin İslam Hukukunda erkeklere caiz olmayan küpeyi ilk Osmanlı Halifesi Yavuz Sultan Selim'in takmasına ihtimal bile vermezken, bazı tarihçiler ise bunun gerçek olduğu ve bazı sebeplere dayandığını iddia etmektedir. Yavuz'un kulağına küpe taktığına inanan tarihçilerden çoğu bunun İslami bir gönderme olduğunu savunmaktadır. Bunu şöyle ifade ederler "Yavuz, Kahire Camisi'ne girdiğinde Kahireliler ona Hakimü'l-haremeyn Mekke ve Medine'nin hakimi sıfatını verirler ama o bu sıfatı kabul etmez ve "'Ben olsam olsam Hadimü'l-haremeyn Mekke ve Medine'nin hademesi olabilirim" der. Bu olay üzerine o dönemde hademelerin taktığı küpeyi ister ve kulağına bu işareti, hademelerin taktığı küpeyi geçirir." Diğer bir görüşe göre ise Mısır Seferi'nde kulaklarında küpesi olan insanları görüp "Bu insanlar neden küpe takıyor?" diye sormuş ve "köle kul oldukları için" cevabını almış ve bunun üzerine "Biz de Allah'ın kuluyuz!" diyerek küpe takmaya başlamıştır. Bunu şöyle açıklarlar "Taktığı küpe o dönemde köleler tarafından takılan cinstendi, o da kendisini Allah'ın kölesi, kulu olarak görüyordu bunu da kölelerin taktığı küpelerden takarak ifade etmiş oluyordu." Bu görüşe katılmayan tarihçiler ise Yavuz'un küpe takmadığını, böyle resimlerin Yavuz döneminden uzun süre sonra yapıldığını ve gerçeklik değerinin olmadığını savunmaktadır. Zira Yavuz, Mısır Seferi dönüşünde oğlu Süleyman'ın süslü elbiselerini görünce, "Bre Süleyman, sen böyle giyinirsen, anan ne giysin?" dediğini biliyor ve onun şahsî hayatında sade ve süsten uzak olduğunu kaynaklardan öğreniyoruz. Yavuz, süs ve ihtişamdan hoşlanmayan bir padişahtır. Doğru olan resimlerinde, pala bıyıklar vardır; ancak küpe yoktur." Yine aynı görüşe sahip bazı tarihçilere göre ise bu küpeli resim Şah İsmail'e aittir. Bu görüşün nedenini ise şöyle ifade ediyorlar "Başında Şii mezhebinin alâmeti olan kızıl börk ve bunun üzerinde İran şahlarına mahsus taç vardır. Ayrıca küpe de Şî’a mezhebinde câiz görülmektedir."Islahat çalışmaları​Askeri alanda ıslahatları​r Dulkadiroğlu Beyliği'nin ilhakından sonra İstanbul'a dönen Sultan Selim, gerek Çaldıran öncesi, gerekse Amasya'da asker tarafından yapılan yağma, serkeşlik ve isyan hareketleri üzerine bazı tedbirler alıp derhal uygulamaya koyma zaruretini duymuştur. Askeri tam bir disiplin altına alıp Yeniçeri Ocağı'nı ıslâh etmek amacıyla, Ocak üzerinde an'ane gereğince büyük bir nüfuzu bulunan Ocak ihtiyarlarını huzuruna çağırarak Amasya'daki itaatsizliğin müsebbiblerinin kimler olduğunu sormuştur. Bunlar, yine Ocak anlayış ve yardımlaşması gereği olarak "Cümlemüz mücrimüz, devletlû Hüdâvendigâr'dan afvumuzu reca eylerüz" diye cevap vermişlerdir. Padişahın devlet ricalini bu yolla sorguya çekmesi sonucu ortaya bir takım isimler çıkarmış; bunlardan Kadıasker Tacizade Cafer Çelebi, 2. vezir İskender Paşa ve Sekbanbaşı Balyemez Osman Ağa'nın da dahil olduğu devlet adamları isyan teşvikçileri olduklarından idam edilmiştir. Bunu müteakip Sultan Selim, Yeniçeri Ocağı'nın ıslahı için, ihtiyarlarla anlaşıp bazı tedbirler almıştır. Buna göre, bundan böyle Yeniçeri Ağası saray tarafından, Ocak Erkân-ı Harbiyesi de saltanat makamınca tayin edilecekti. Bu suretle, yüksek kumanda heyetini, daha sıkı bağlarla saltanat makamına faaliyetleri​İstanbul'un fethinden beri orada hala esaslı bir tersane yapılmamıştı. Bizans İmparatorluğu zamanından kalma, bir kadırga tersanesi ve Haliç'te küçük bir tersane olsa da; kadırga tersanesi bakımsızlıktan kullanılmayacak durumda, Haliç'teki ise ihtiyacı karşılayamayacak kadar küçüktü. Osmanlı Donanması'nı geliştirmek isteyen Yavuz Sultan Selim, Ağustos 1518'de Edirne'ye gitmeden bu doğrultuda İstanbul'da Frenklerin tersanesine eş bir tersane yapılmasını emretmiştir. Bunun için Haliç'te önceden Bizans tersanesi olan yerde yapılması uygun görüldü. Ancak burası uzun zamandır terk edildiğinden, mezarlık olmuştu. Bu mezarlıktan tersane olacak kadar bir yer ayrıldıktan sonra çıkarılan ölü kafaları ve kemikleri uzun hendekler kazılarak oraya gömüldü. Ayrıca hendeklerin başına mezar olduğunu belirtmek için baş ve ayak uçlarına işaret konulmuştu. Böylece tersane gözleri 160'a çıkartıldı. Selim tersaneyi daha da büyüterek, Galata'dan Kâğıthane deresine kadar büyüterek 300 kadar inşaat tezgâhı yapmayı amaçlasa da bu amacını gerçekleştiremeden vefat etmiştir. Yavuz Sultan Selim zamanında devlet merkezinde kurulan Haliç Tersanesi Osmanlı İmparatorluğu'nun sonuna kadar kullanılmaya devam etmiştir. Donanma geliştirilmesi için hazırlıklar da aynı zamanda devam etti. Her biri 700 tonluk 150 gemi için Arap kürekçiler getirtildi. Memlûkluların Kızıldeniz donanmasının komutanı olan Selman Reis İstanbul'a çağrıldı. Kısa zamanda İstanbul ve Gelibolu tersanelerinde 250 gemilik bir donanma hazırlandı. Rodos Sen Jan Şövalyelerinin reisi bu hazırlıkların Rodos'a yönelik olmasından korkarak savunma önlemlerini artırdı. Fakat bu donanmayı bir sefer için kullanmaya Sultan Selim'in ömrü faaliyetleri​Yavuz Sultan Selim, dedesi Fatih Sultan Mehmet zamanında kullanılan Haliç Tersanesi'ni kapasite olarak arttırmıştır. Konya'da Mevlevi Tekkesi'ne su getirtmiştir. Medreselerin yanında, sosyal ve ticari alanda hizmet verecek birçok bina inşa ettirmiştir. Hayatı yoğun savaşlarla geçen Yavuz Sultan Selim, Diyarbakır Fatih Paşa ve Elbistan Ulu Camii'ni inşa ettirmiştir. Ayrıca Şam Salihiye'de Muhyiddin İbn Arabi'ye camii ve imaret inşa ettirmiş, ayrıca Muhyiddin İbn Arabi'nin türbesini de bulup yaptırmıştır. I. Selim, 1516'da Şam'a Şam Sultan Selim Camii'sini yaptırmıştır. Ayrıca Mısır Seferi sırasında Hind ve Çin haritalarını da yaptıran Selim'e, Piri Reis tarafından 1513 yılında tamamlanan harita 1517 yılında Mısır'da Piri Reis'in kendisi tarafından sunulmuştur. Temelini attırdığı İstanbul Sultan Selim Camii'ni bitirmeye ömrü yetmemiş; bu eser oğlu Kanuni Sultan Süleyman tarafından tamamlanmıştır. Sultan Selim bunlara ek olarak 1514 yılında İstanbul'da Yavuz Sultan Selim Cüzzamhanesini yaptırmıştır .Edebi eserleri​Arapça ve bilhassa Farsçaya çok hakim olan Selim'in, kendi el yazısı ile Selimî mahlasıyla yazılmış olan Farsça manzumeleri günümüzde Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi'nde bulunmaktadır. Farsçanın yanında Türkçe şiirleri de bulunan Selim'in, Farsça olan Divân'ı 1306 yılında İstanbul'da basılmış olup, 1904 tarihinde de Alman İmparatoru II. Wilhelm'in emri ile Paul Horn tarafından Berlin'de yeniden İsmail ile ilginç diyalogları​Yavuz Sultan Selim, İran Seferi'ne çıkmak için 19 Mart 1514 tarihinde Edirne'den İstanbul'a hareket etmişti. Bir ay sonra Üsküdar'a geldiğinde, Şah İsmail'in halifelerinden olan Kılıç adında biri vasıtası ile Şah'a Farsça name gönderdi. Sultan Selim, İzmit'ten gönderdiği hicri takvime göre 920 Safer tarihli mektubunda Şah'ın Müslümanlığa uygun olmayan hareketlerinden, mezaliminden bahis ile kendisinin Müslümanlığı takviye ve mezalimi kaldırmak için faaliyete geçtiğini, yaptığı işler nedeniyle katline fetva verildiğini ve kılıçtan evvel İslamiyeti kabul etmesi lazım geldiğini ve atlarının Safer ayında İstanbul'dan hareket ettiğini ve bizzat muharebeye hazır olacağını bildirmişti. Yavuz mektubunda şöyle diyordu "Fitneler çıkardınız, İslam büyüklerine küfürler ediyorsunuz, bunun cezası katlidir, üzerinize geliyorum, işgal ettiğiniz Osmanlı memleketlerini geri veriniz." Elçi Kılıç, Şah İsmail'i Hemedan'da bularak mektubu vermiş, o da muharebeye hazır olduğunu bildirmiştir. Şah'ın bu cevabı Osmanlı ordusu Erzincan'a geldiği sırada alınmıştır. Lütfi Paşa tarihine göre Şah İsmail mektubu getiren Kılıç'ı öldürtmüştür. Şah İsmail, muharebeye hazır olduğunu belirten mektubunda "Er isen meydana gelsin, biz de intizardan kurtuluruz" demiş ve Yavuz'a bir kadın elbisesiyle, yaşmak yollamıştır. Yavuz bu mektuba cevabını 920 Cemaziyelevvel sonunda Erzincan'dan yollamıştır. Yavuz bu mektubunda Şah İsmail er meydanına davet ediliyor ve hala kendisinden bir eser olmadığı beyan ediliyordu. Şah İsmail bu mektuba cevap olarak; gerek II. Bayezid zamanındaki ve gerek kendisinin Trabzon valiliğindeki dostluklarından bahsederek aradaki düşmanlığın neden ileri geldiğinin bilinmediğini, Osmanlı Hanedanıyla kadim dostluklarından ötürü Timur zamanındaki gibi fena bir neticenin olmasını istemediğini beyan etmektedir. Ayrıca Yavuz'un mektubunda hakaretvari tabirlerden şikayet ile mektup yazan kâtiplerin yazılarını afyon tesiriyle yazdıkları için bir altın hokka ile afyon macunu yolladığını da mektubunda belirtmiştir. Şah İsmail'in afyon macunu yollaması yoluyla, II. Bayezid'ın afyonkeşliği sebebiyle oğlunun da babası gibi olduğu ima edilmektedir. Yavuz Sultan Selim bu ağır mektuba ağır cevap vermiştir "Davete icabet edip uzun yolları kat ile memleketine girdik; fakat sen meydanda görünmüyorsun. Padişahların ellerindeki memleket onların nikahlısı gibidir; erkek ve yiğit olanlar kendisinden başkasının ona elini dokundurtmazlar; hâlbuki bunca gündür askerimle memleketine girip yürüyorum, hala senden bir haber yok. Seni korkutmamak için askerimden kişiyi ayırıp Sivas ile Kayseri arasında bıraktım; hasma mürüvvet ancak bu kadar olur. Bundan sonra da saklanıp gözükmezsen erkeklik sana haramdır, miğfer yerine yaşmak ve zırh yerine çarşaf ihtiyar eyleyip serdarlık ve şahlık sevdasından vazgeçesin." Yavuz bu mektubuyla beraber Şah İsmail'in gönderdiklerine karşılık kendisinin kökenini telmihen hırka, şal, asa, misvak ve şedden kuşak ibaret tarikat levazımı yollamıştır. Böylece Yavuz, Şah İsmail'in dervişlikten geldiğine gönderme katliamı iddiası​ Bir iddiaya göre Yavuz Sultan Selim'in talimatıyla Anadolu'da bir Kızılbaş katliamı yapılmıştır. Bazı kaynaklar bu katliamda öldürülen insanların sayısının olduğunu ifade eder. Alevilerin öldürüldüğü görüşünü destekleyenler Yavuz Sultan Selim döneminin şeyhülislamı olan Müftü El Hamza'nın 1512 tarihli Kızılbaşlarla ilgili bir fetvasını yapılan katliamların izni olduğuna inanmaktadır. Bu fetvada, kızılbaşlar kâfir ve dinsiz olarak tanımlanmış, onları öldürmenin vacip olduğu söylenmiştir. Bazı akademisyenler ise bu iddianın gerçeklikten uzak olduğuna inanır. Tarihçi Mustafa Akdağ, "Yavuz Sultan Selim'in o zaman, Kızılbaş mezhepli kişi öldürttüğü hakkında tarihlere geçmiş bir rivayet vardır… Ancak, biz bunu pek şişirilmiş bir sayı bulmaktayız. Çünkü, bu Padişah devrine ait pek çok mahkeme defterleri hâlâ elimizdedir. Bunlar üzerinde yaptığımız araştırmalarda, bu çapta kitle idamlarına rastlayamadık. Eğer öyle kanlı bir olay geçseydi, bu defterlerde yer alması zorunlu idi." diyerek bu iddiaların gerçekçi olmadığını ifade etmektedir. Sayıyı abartılı bulan bir diğer akademisyen tarihçi Robert Mantran şöyle ifade eder "Göründüğü kadarıyla, bu "büyücü avı", özellikle olaylara bulaşan tımar sahiplerini yerlerinden atmak ve bilinen elebaşıları öldürmekten ibaret kaldı. 1513 ya da 1514'te olan Alevi'nin öldürülmesi efsanesini destekleyen hiçbir kanıt yok elimizde; sayılar karşısında doğulu baş dönmesiyle alabildiğine damgalı görünüyor bu." Konu hakkında akademisyen tarihçi Feridun Emecen ise şunu ifade etmektedir “40 bin rakamının abartılı olduğu veya bir hacmi belirtmek üzere yuvarlak bir sayıyı işaret ettiği söylenebilir. Bu gibi rakamları gerçek addedip ona göre yorumlarda bulunmak doğru bir yaklaşım olmaz.” Emecen’e göre bu rakamlar doğru bile olsa o devrin imkânlarıyla bir yıl gibi kısa bir sürede ve geniş bir alanda 40 bin küsur kişinin sayımının yapılıp merkeze gönderilmesi, yargılanmaları, ardından da suçlu bulunanların defterlerinin tekrar ilgililere hakimlere yollanarak isimleri yazılı olanların katlinin gerçekleştirilmesi pek mümkün görünmemektedir. Emecen mahkeme kayıtlarından yola çıkarak şu sonucu çıkarmıştır “Şah İsmail’in mektuplarıyla yakalanan Safevi halifeleri, bunlar Anadolu’nun çeşitli yerlerinde temas kurdukları tarikat şeyhlerinin bazıları ve âsi elebaşıları şiddet uygulanarak katledilmiştir, fakat bunun sistemli bir “Kızılbaş temizliğine” dönüştüğünü söylemek büyük bir yanılgıdır.” Akademisyen tarihçi Erhan Afyoncu'ya göre ise, Yavuz Sultan Selim'in 1514 İran Seferi boyunca infazlar gerçekleştirdiği doğrudur; ancak bu infazlarda II. Bayezid döneminde etkileri yeteri kadar anlaşılamayan ve çoğalan Safevi propagandacıları ve ajanları öldürülmüştür. Bu dönemde göçebe Türkmen nüfusu karizmatik ve ilahi güçlere sahip olduğuna inanılan Şah İsmail'in vaatleriyle cezbedilmekteydi. Anadolu'da tersine bir göç hareketi başlıyor ve İç - Doğu Anadolu bölgesi sınır ötesine, İran'a kayıyordu. Bu kabul edilemezdi. Göçebe Türkmenleri yerleşik hayata geçmeye zorlayan Osmanlı devlet politikasına karşılık Şah İsmail, göçebelerin başına buyruk yaşaması gerektiğini ve vergi alınamayacağını iddia ediyordu. İslamiyeti yaşam tarzları nedeniyle yeteri kadar yaşayamayan ve yerleşik hayatı kendilerince tehdit olarak algılayan göçebe Türkmen nüfusu Şiiliğin esnek yapısını kendilerine daha uygun buluyor, propaganda böyle yapılıyordu. Ayrıca Safevilerin Şiiliğe direnen Sünnileri öldürdüğü iddiaları da İstanbul'u rahatsız ediyordu. Anadolu'daki Sünni birlik artan Şii sempatizanlarıyla büyük bir risk altındaydı. Yavuz Sultan Selim'in hedefi bu propagandayı yapanlardı ve mesele bir devlet güvenlik meselesiydi. Afyoncu'ya göre ölümler hiçbir zaman bu abartılı sayılara ulaşamazdı ve ulaşmamıştır da. 40 bin kişinin ölümü binlerce köyün ortadan kaldırılması demektir ki bu, Anadolu'nun sosyo-ekonomik ve demografik yapısının altüst olması anlamına gelir ve gizlenemezdi. Bu katliamı da sadece bir ordu yapabilirdi. Yavuz Sultan Selim'in İran Seferi kayıtlarında ordunun ilerleyişi tüm ayrıntılarıyla görülmektedir. Ayrıca Yavuz Sultan Selim'in tahta çıkışı ve Çaldıran Savaşı arasında geçen süre de böyle bir katlim için yetersiz bir süredir. Kaynakların hiçbirisinde böyle ağır bir tahribata rastlanmamaktadır. Sayılar mantıksız ve gerçek Ayşe Hafsa Hâfize Valide Sultan - Kanuni Sultan Süleyman, Hatice Sultan, Fatma Sultan ve Hafsa Sultan'ın annesi. II. Ayşe Hâtûn - Şah Sultan, Beyhan Sultan ve Hafize Sultan'ın annesi. Not I. Selim'in dört eşi olduğu belirtilmektedir. Erkek çocukları​ Kanuni Sultan Süleyman Orhan. Küçük yaşta ölmüştür. Musa. Küçük yaşta ölmüştür. Korkut. Küçük yaşta ölmüştür. Uveys. NOT I. Selim'in, küçük yaşta ölen oğullarının olduğu bazı kaynaklarda belirtilirken, bazıları bu çocukların varlığından bahsetmemektedir. Bu konuda muhtelif görüşler çocukları​ Hatice Sultan, İskender Paşa'nın eşi. 2. eşinin Pargalı İbrahim Paşa olduğu bazı kaynaklarda iddia edilse de bu bilgi tartışmalıdır. Beyhan Sultan, Ferhad Paşa'nın eşi. Fatma Sultan, Mustafa Paşa, Kara Ahmed Paşa ve Hadım İbrahim Paşa'nın eşi. Şah Sultan, ö. 1572. Lütfi Paşa'nın eşi, boşandılar. Yeni Şah Sultan olarak da bilinir. Hafize Sultan, ö. 10 Temmuz 1538 Dukakinoğlu Ahmed Paşa ve Boşnak Mustafa Paşa'nın eşi. Not Kız çocuklarının sayısının 9 olduğu Selim Camii​Yavuz Selim Camii Kanûnî Sultan Süleyman tarafından babası Yavuz Sultan Selim adına yaptırılmıştır. Fatih Fener'de, Yavuz Selim'de, Yavuz Selim caddesinde Tabakyunus sokağının solundadır. İstanbul'un 7 tepesindeki 7 selatin camilerinden biridir. Haliç'e en yakın olan tepede inşa edilmiştir. İnşa tarihi 1522 olup, mimarı tartışmalıdır. Mimar Ali tarafından yapıldığı düşünülmektedir. Çünkü Mimar Sinan 1522 yılında saray tarafından tanınmamaktaydı. Yavuz Sultan Selim'in emriyle yapılmış ve Kanuni Sultan Süleyman tarafından türbe, imaret, medrese eklenmiştir. Caminin bir yanı sarnıç, bir yanı Kırkmerdiven denilen bir uçurumdur. Üç kapıyla avluya girilir Türbe kapısı, Çarşı kapısı, Kırkmerdiven kapısı. Ağaçlı geniş bahçeli avlu şadırvanlıdır. Son cemaat yeri 18 sütuna binen 22 kubbe ile örtülüdür. Avlu ortasında IV. Murad'ın yaptırdığı abdestlik sivri kuvvesi bulunmaktadır. Avlunun dış yüzünde, son cemaat yerinin iç yüzünde çok değerli çiniler vardır. Ana kubbe dört duvardan aşağı iner. Birer şerefli iki minaresi bulunmaktadır. İçeride mihrabın solunda mermer 8 sütun üzerinde hünkar mahfili, sağda müezzin mahfili, kıble kapısı üzerinde başka bir müezzin mahfili vardır. Mermer minber de dahil olmak üzere bütün elemanlar oymacılık ve kakmacılık, çinicilik ve tezhip, hat ve nakış sanat eserleriyle donatılmıştır. Pencereler ve kapılarda oymacılık sanatı mükemmeldir. Mihrabı çeviren çinilerin güzelliği sadece bu camide görülür. Caminin iki yanında dokuzar kubbeli iki misafirhane vardır. Karşı tarafında bir medresesi Sultan Selim Türbesi​Yavuz Sultan Selim Camii'nin yanındadır. Üç kubbeli türbenin en sağındaki sekizgen türbe Yavuz Selim'indir. İki sıralı pencereler, 4 renkli sütunu ve 5 kemeri vardır. Bu revaklı kapıdan girer girmez rengarenk çiniler göz kamaştırır. Kapılar sedef kakmalı, abonozdur. Üst tarafta 'her nefis ölümü tadacaktır' ayeti yazılıdır. Yavuz Selim'in lahti maksurenin ortasındadır. Başında selimi kavuk bulunan lahitin başucunda tahta çıkış ve ölüm tarihi sırma yazıyla yazılıdır. Bir kapıda Abdülhak Hamid'in şiiri Hulusi Efendi hattıyla asılıdır. Pencere kanatları abanoz ve fildişi kakmalıdır. Türbe mimarı Acem Ali'dir. Diğer türbelerde Sultan Yavuz Selim, kızı Hatice Sultan ile eşi, Ayşe Hafsa Sultan, şehzadeler Murad, Mahmud, Abdullah ve diğerinde Sultan Abdülmecid gömülüdür. Yavuz'un sandukası üzerinde bir kaftan vardı ve bu kaftan İbn Kemal'e aitti Yavuz'la at sürerken kaftanına çamur sıçratan alim. Osmanlı Padişahları Osmanlı İmparatorluğu Devlet Arması Osmanlı Hanedanı’nın sultanları 1299’dan 1922’ye kadar kıtalararası geniş bir imparatorluğa hükmetmiştir. Osmanlı İmparatorluğu zirvedeyken; kuzeyde Macaristan, güneyde Somali, batıda Cezayir ve doğuda Irak'a kadar uzanmıştır. İlk başlarda imparatorluk... Fatih Katip Muslahattin Mahalllesi’ndeki Sultan Selim Külliyesi içinde bulunmaktadır. 1520 tarihinde vefat eden padişah türbenin olduğu yere defnedilmiş, aynı yıl oğlu Kanuni Sultan Süleyman mezarın üstüne türbeyi inşa ettirmiştir. Yavuz Sultan Selim Camii ise 1522 yılında yapılmıştır. Mimarı Acem Ali’dir. Kesme taştan sekizgen planlı yapı dıştan yivli bir kubbeyle örtülüdür. Türbenin önünde üç gözlü revak vardır. Revakı taşıyan dört sütundan baştakiler yeşil, ortadakiler pembe renktedir. Revakın iki yanında çini kitabeler gözükmektedir. Kitabelerden birinde şu yazı okunmaktadır “Bu mübarek türbenin yapılmasını büyük sultan, Arap ve Acem sultanlarının efendisi, karaların ve denizlerin sahibi, her iki Harem-i Şerif’in hamisi Sultan Süleyman Han bin Selim Han bin Bayezid Han emretti. Allah onun mülkünü ve saltanatını daim kılsın.” Diğer kitabenin üstünde Yusuf Suresi’nin 101. ayeti, “Ey Rabbim! Mülkten bana {nasibimi} verdin ve bana {rüyada görülen} olayların yorumunu da öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Sen dünyada da ahirette de benim sahibimsin. Beni müslüman olarak öldür ve beni salihler arasına kat!” altında Şuara Suresi’nin 87-89. ayetleri {İnsanların} dirilecekleri gün, beni mahcup etme. O gün, ne mal fayda verir ne de evlat. Ancak Allah’a kalb-i selim {temiz bir kalp} ile gelenler {o günde fayda bulur}} görülür. Girişin bulunduğu cephe dışında, diğer cephelerde iki katlı pencereler açılmıştır. Kırmızı taşlarla çerçevelenmiş üst kattaki pencereler sivri kemerli ve alçı şebekelidir. Beyaz ve renkli mermerle çerçevelenmiş alt pencereler dikdörtgen mermer sövelidir. Üzerlerinde içleri boş sivri kemerli alınlıklar vardır. Türbenin içi süsleme açısından zengindir. Pencere bordürleri, yuvarlak payeler, kubbe kasnağı 19. yüzyıl kalem işleri ile bezelidir. Kubbe göbeğinde kalem işleri ile Ra’d Suresi’nin 3. ayeti, pandantiflerdeki madalyonlarda ise Lafza-i Celal, Hz. Muhammed, Çehar Yar-ı Güzin ve Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin’in isimleri okunur. Türbe içindeki avize II. Meşrutiyet devrinde konulmuştur. Türbenin giriş kapısı üstünde Esma-ül Hüsna, “Hüvel Hallak-ül Baki”, “Küllü nefs-in zakaikat’ül-Mevt” ayeti yazılmıştır. Türbede Kabe maketi, İbn Arabi’nin kerametiyle ilgili bir taş, Hacı Kamil Akdik’in talik yazısı ile Abdülhak Hamid Tarhan’ın “Yavuz Sultan Selimin Kabrini Ziyaret” isimli şiiri vardır. Sedef kakmalı ahşap bir şebeke ile çevrilmiş Yavuz Sultan Selimin sandukası üzerinde Kelime-i Tevhid yazılı bir örtü bulunmaktadır. Sanduka üzerinde, Mısır Seferi’nden dönerken Şeyhülislam İbn-i Kemal’in atının ayağından sıçrayan çamur ile kirlenen beyaz bir kaftan da vardır. Yavuz Sultan Selimin vasiyeti üzerine vefatından sonra sanduka üzerine serilmiştir. Türbede Yavuz Sultan Selim tek başına yatmaktadır. İstanbulun 100 Türbesi Yavuz Sultan Selim TürbesiPazartesi, Temmuz 27, 2015 Silahdar Ağa Caddesi üzerinde ve Şah Sultan Cami önündedir. 1988 tarihinde yolun seviyesi yükseltildiğinden çukurda kalmıştır. Hadika Yazarı'nın belirtiğine göre, "Şah Sultan'ın ana caddeye bakan müstakil türbesi vardır." Ayvansaraylı Hüseyin Efendinin gördüğü bu türbe bugün mevcut değildir. şimdi hazire halindedir. Şah Sultan lahdinin ayak şahidesi orijinal değildir 1953 tarihinde, eski yazı ile aslına uygun olarak yenilenmiştir. Kitabesi şudur Sâhibatu haza el-kabr Bâniyatü mescid ü hankah Şâh Sultan bint-i Yavuz Sultan Selim Han Baş taşının iç yüzünde Bu taş orijinaldir. Sultan Selim Hân-ı Gazi Evâlil'ül-zi'l-kâ'de Sene sülüs ve sittin ve tis'amie Rakam yazılı değildir. Kitabeye göre Şah Sultan, 10-eylül1556 tarihinde vefat etmiştir. Tarih satırının altında ise El-maan-it-tâ'un diye yazılıdır ki vebadan vefat ettiği anlaşılıyor. Baş taşının dış yüzünde ise şu kitabe bulunmaktadır Hüsn içinde bu adni bu ki misal Kılmış idi Hakk bunu sâhib-i cemâl Soldurup Bari hûdâ gönce iken Vermedi mevt... Taşın bu tarafı çimento ile sıvanmıştır. Aşağıdaki satırlar Ç. Uluçay'ın kitabından alınmıştır "Şah Sultan Yavuz Sultan Selim'in kızıdır. Vesikalarda adı şâhf Sultan, Devlet şâhfzade şâhî şeklinde geçmektedir. Şah Sultan Vezir-i azam Lütfi Paşa ile Sancakbeyi iken evlendirdiği halde, Prof T. Gökbilgin'in bu evlenmenin Lütfi Paşa 'nın veziri azamlığı esnasında olduğunu yazması doğru olmasa gerekir. Lütfi Paşa'nın 929 1523 yılında önce Şah Sultanla evlendiği vesikalarla sabittir. Fakat bu evlenmede Şah Sultan mesud olamadı. Lütfi Paşa çok sert ve katı yürekli bir adamdı. Bir fahişeyi, kadınlık azasından ameliyat ettirdi. şâh Sultan buna çok üzüldü. Kocasına ihtarda bulundu, Şah Sultan'a kızan Paşa, hançerini çekti. İmdada yetişen ağalar ve cariyeler, Lütfi Paşa'yi yaka paça ederek saraydan dışarı attılar. Kanuni Sultan Süleyman, kızkardeşine yapılan mumaleye çok üzüldü. Lütfi Paşa'yi damatlıktan ve vezir-i azamlıktan attı. Şah Sultan'ı da boşattı. 949 1541. Lütfi Paşa'nın Ahmed Bey, Abdi Bey ve Mahmud Bey adlı oğullarının Şah Sultan'dan olup olmadığı belli değildir. Fakat Esma-Han Sultan adlı bir kızının Lütfi Paşa'dan olduğunu biliyoruz. Şâh Sultan bundan sonra evlenmemiş, Merkez Efendiden izin alarak dervişleri arasına karışmış, Mevlevihane Kapısı dışındaki tekkeyi yaptırmıştır. Bundan başka 935 1528 de Davut Paşa'da bir cami, 763 1555 yılında Bahariye'deki bu camii, daha sonraları bir medrese ile Silivrikapı'da bir mekteb yaptırmıştır. Kardeşi Sultan Süleyman'ın kendisine Dimitoka'da temlik ettiği yerleri bunlara vakfetmiştir. Şah Sultan yaklaşık 980 1572 yılına doğru ölmüş, babasının yanındaki türbeye gömülmüştür. Kızı da yanında yatmaktadır." Kabrindeki şahideden de anlaşıldığı üzere Şah sultan 963 eylül-1556 tarihinde vefat etmiştir. Anesinin ve kızı İsmihân Sultan'ın kızı Neslihan Sultan'ın lahitleri de buradadır. Annesinin lahdindeki kitabesi şudur Sahibet'ül-kabr Ümmete el-kerim Vâlidei Şah Sultan Bint-i Sultan Selim Torunun lahdindeki kitabe de şudur Kad intikal el-merhûme Nesl-i Hân Sultan Bint-i İsmihân Sultan Bint-i Şâh Sultan Bint-i Sultan Selim Hân Türbedeki diğer bir lahdin üzerinde ise şu kitabe bulunmaktadır Kad intikalat el-merhûme el-mağfiretû El-muhtaca ila rahmetullahü Ta'âlâ Aişe Sultan Bint-i şehzade Sultan Bâyezid Tabb-ı serah. şehr-i rebi'ül-evvel Fi sene aşretü ve elf. Şehzade Sultan Bayezid'in kızı Ayşe Sultan 1010 R. evvelinde Eylül-1601 vefat etmiştir. Şehzade Bayezid, Kanuni'nin oğludur. 931 1525 de doğdu. Annesi meşhur Hurrem Sultan'dır. Saltanat sevdasına düştüğü için kardeşi Selim ile çarpışmış, başarılı olmayınca da İran'a sığınmıştı. 21 zilkade 969 23-Tem. 1562 günü Kazvin'de Ali Ağa Ali eli ile dört oğlu ile beraber öldürüldü. Naşları Sivas'a getirilip sur dışına gömülmüştür. Sonradan üzerlerine bir türbe yapılmıştır. Bugün toprak yığını halindedir. Türbe, Melik-i Acem Türbesi diye bilinir. Haziredeki diğer bir lahit üzerinde Haza Kabr-i Hüseyin Paşa Bint-i Fatıma diye yazılıdır. Hüseyin Paşa'nın diğer bir kızının lahdi de buradadır. şahidesi iki parça olmuştur. Buradaki bir şahide üzerinde şunlar yazılıdır Sadr-ı esbak el-hac Emin Rauf Paşa Hz. nin halilesi Salime Kadın Efendi 13171899 Rauf Paşa 1276 zilkadesinde mayıs-1860 vefat etmiştir. Kabri, Eyüp'te Mihrişah Valide Sultan imareti bahçesindedir. Haziredeki bir taş üzerinde Hûsrev-Zâde Mehmed Monla 11621749 diye yazılıdır. Şah Sultan Camii imamı Sayın Arif Erdoğan Bey'in verdiği bilgiye göre, Şah Sultan'ın ayak taşı 1982 tarihinde Hüseyin Hilmi Işık Bey tarafından yeniden yapılmıştır. Aynı zat, camiin kitabesini de mermer olarak hazırlayarak kapının üzerine yerleştirmiştir. Şimdi görülen kitabe onundur. Sultan-Zâde Hüsrev Bey, Sultan II. Bayezid'in kızının oğlu olup 30 sene kadar Bosna valiliğinde bulundu. 950 1543 tarihinden sonra vefat etti. 9-R. 1239 Aralık-1823 tarihli bir ilama göre, Hüsrev-Zâde Mustafa Efendi'nin Şah Sultan Camii evkafına mülhak vakfı vardır. Kaynak Gezi notu ş. Turan, Kanuni'ni oğlu şehzade Bayezid Vakası Hadika 1/132-256 Danışman, Kronoloji 2/220 R. Akakuş, Eyüp Sultan S 191 Si. Osm. 1/45-91 T. Gökbilgin, Gütkfi Paşa, İsi. Ars. 1/99 Ç. Uluçay, Padişahların Kadınları S 32 Gökbilgin, Edirne ve Paşa Livası S 498 Si. Osm. 2/272 Osm. Arş. Dairesi, Evkaf Def. II. S 825 No. 14987 ŞAH SULTAN TÜRBESİ Defterdar Caddesi üzerindedir. Sağ tarafında Zal Mahmud Paşa Camii, sol tarafında ise şimdi Eyüp Evlendirme Dairesi olan Askeri Dikim Evi binaları bulunmaktadır. Türbe, mektep, sebil, çeşme ve hazineden oluşan güzel bir manzumedir. Caddeye açılan muhteşem avlu kapısının iki yanında prinç şebekeli birer avlu penceresi bulunmaktadır. Kapının sağ tarafında fevkani mekteb ve sebil, sol tarafta ise türbe mevcuttur. Kapının alnında altı sıra halinde hazırlanmış şu kitabe vardır Cevher-i ser-tâc-ı iffet zib ü ferr saltanat Reynak İsmet-sarây devlet-i din-i miibin Sah Selim saltanat-ı pirâyenin hemşiresi Şah Sultan bint-i merhum Mustafa Han-ı güzin Mihrişah Kadın ki oldur mader-i pür şefkati İsmeti nûr ile bulmuşdu ziya rûz-ı zemin nı Sultan Mustafa İkinci Kadın eyleyüb Devletinde görmüş idi rağbeti ol Nazenin Çıkdı elden ol Hümâ uçdı firaz-ı serâr âh Girdi hay fa halk-ı âlem matem oldu hazin Kıldı efrat riâyet işte Hak madere Yapdı âli türbe-i kabri enverde müstahkem metin Yapdı hem bir mekteb-i rânâ cıvar-ı türbede Halkı hüsn-ii âlem arası ider hayret karin Şâd ider merhumenin ruhun çûsavt bülbülün Da'im etfâl okudukça anda Kur'an-ı Mübin Gel du'âi hayre âğaz it gönül Mas ile Hayr olan da'vâtı redd itmez mucib'üs-sa'in Mihrişâh Kadın riyazi cenneti idüb mekkar Cilvegâhı ola Yâ-Râb gülşen-i huld-ı berin Yazdı ihya hâme mü'ciz-ı beyân bir beyt kim Mündericdir ânda garrâ iki târih-i güzin Şâh Sultan yaptı zibâ türbei vâlâyı nev 1215 Mihrişâh Kadın 'a adn ola bu mevâ-yı berin 1215 1800 Kitabe, Mustafa İzzet hattı ile yazılmıştır. Kapının avluya bakan takında ise bir Ayet-i Kerime vardır. Kapının tam karşısında bir abideyi andırır mermer bir çeşme vardır. Kitabesi ve haznesi yoktur. Alnında Maşaallah 1215 fî 7 Kırık Bunun altında III. Selim'in bir tuğrası vardır. Türbenin önünde, altı mermer sütunlu bir revak vardır. İki yanı sofa olup, sütunlar arasına mermer korkuluklar yerleştirilmiştir. Türbe kapısının ve avluya bakan pencerelerinin üzerine Ayet-i Kerimeler yazılmıştır. Ayrıca kapının takında Sultan III. Selim'in bir tuğrası bulunmaktadır. Dört yuvarlar, mermer kaplı cephesi olan türbenin kurşun kaplı bir kubbesi ve dört köşesinde zarif ağırlık kuleleri vardır. Ayrıca, her cephesinde alt-üst olmak üzere altışer penceresi mevcuttur. Ampir ve barok karışımı olan bu güzel eserin caddeye bakan cephesinin iki yanına küçük kuzu çeşmecikleri yapılmıştır. Sağdakinin üzerindeki kitabe şudur Söyledi târihin ihya hâme-şirin makal Mihrişâh Kadın rûhiçün gel iç mâi zülâl 1216 1801 Soldakinin üzerindeki kitabe ise şudur Şöyledir İhyâ'ya târihin bu tarh-ı hoş-nümâ Şah Sultan eyledi nev çeşmeden icrâi mâ 1216 Şah Sultan Mektebi'nin olduğu yerde, evvelce, İskender Bey'in bir mektebi vardı. Bu mekteb harab olmuştu. Şah Sultan bu mekteb civarındaki Nafiz Feyzullah Efendi Zade Hamid Molla Efendi Konağı'nı da satın alarak, her ikisini yıktırmış ve şimdiki manzumeyi yaptırmıştır. Şah Sultan, III. Mustafa'nın kızıdır. Annesi ikinci kadın Mihrişâh Sultan'dır. 14-ramazan-1174 20-nisan-1761 de doğdu. III. Selim'in ablasıdır. 1192 1778 tarihinde Sadrıazam Kara Vezir Mehmed Paşa'nın kardeşi Nişancı Seyyid Mustafa Paşa ile evlendirildi. Divanyolu'ndaki sarayda oturdu. 1195 1780 de şerife Havva Hanım Sultan'ı doğurdu ise de altı ay sonra vefat etti. Sultan III. Mustafa türbesine gömüldü. Bundan sonra çocuğu olmamıştır. Şah Sultan 17-Zilkade,1216 21-mart,1802 tarihinde ve 42 yaşında olduğu halde vefat etti. Türbesine gömüldü. Kendisinin, Yeşildirek'te, Kasım Gönani Camii karşısında da bir çeşmesi vardı. Bugün mevcut değildir. Türbede kendisinden başka eşi Mustafa Paşa'nın kabri vardır. 1228 1813 tarihinde vefat etmiştir. Hasta olan karısının hatırı için emekli olmuş ve Rami Çiftliği'nde otur-muşlardır. Şah Sultan'ın vefatından sonra, Abdulkerim Bey'in eşi olup 1222 1807 de vefat eden Sabâvet Kadın'ın kızkardeşi Tabib kadın ile evlenmiştir. 1227 1812 tarihinde vefat etti. Kabri Eyüp'tedir. Mustafa Paşa bir çok valiliklerde bulunmuştur. Türbeye ilk defa gömülen Şah Sultan'ın annesi Mihrişah Kadın'dır. Kitabeden de anlaşılacağı üzere, III. Mustafa'nın Mihrişah Sultan adlı iki kadını vardır. Başkadın olan Valide Sultan olmuş ve Eyüp'te, imareti yanındaki türbesine gömülmüştür. Vefatı 1220 1805 tarihindedir. Şah Sultan'ın annesi olan Şah Sultan ise, III. Mustafa'nın ikinci kadınıdır ve türbenin yapımı sırasında 1214 1799 tarihinde vefat etmiş ve türbeye gömülmüştür. Türbenin haziresinde gömülü olanlar şunlardır 1216 1801 tarihinde vefat eden, Şah Sultan dayesi ve ser bevvabin-i dergâh- Ali Hüseyin Beyefendi'nin eşi Cemile Hanım. 1217 1802. Şah Sultan hacesi saraylı el-hace Ayn'ülhayât Ayşe Kadın 1218 Şin 14 29-kasım-1893. Şah Sultan'ın validesi Mihrişah Hâtûn Hz. nin mütekallarından Hadice Kalfa. 1227 N 815-eylül-1812. Şah Sultan kilerci ustası Zibâ Hatun. 1227 1812. Gazi Hüseyin Paşa'nın silahdarı Mehmed Şakir Ağa'nın eşi Saraylı Sebuver Fatma Hanım. 1228 1813. Mustafa Paşa çırağı Saraylı Dil-Zâr Hanım. 1229 1814. Şah Sultan hazinedarlarından Zeliha Usta. 1229 1814. Şah Sultan başağası Musahib-i şehriyâri Salih Ağa. 1229 1814. Şah Sultan çırağı hace Dil-hayât Kalfa 1232 1816. Sadrıazam Yusuf Paşa'nın ehli Ayşe Hanım 1232 1816. Esma Sultan başkapı ağası Mehmed Server Ağa. 1232 1816.Esma Sultan cariyesi şevkidil Kalfa. 1232 Ra. 15 . Esma Sultan cariyesi Gül-Envar Kalfa. 1232 Mihrimah Sultan cariyesi Yasemin Hatun 1242 1826. Esma Sultan utekasından Andelib Hanım 1243 1827. Lahit. Esma Sultan Başağası iken genç yaşında vefat eden Mehmed Ağa. 1243 Z. 21 Tem. 1827. Kapudan-ı Derya Hüseyin Paşa'nın silahdarı Mehmed şâkir Ağa. 1251 1835. Esma Sultan çamaşûyi Saide Usta 1252 1836. Selimiye kaim mekanı Mehmed Ağa. 1260 Ca. gurre Mayıs-1844. Şah Sultan Mektebi hacesi Hafız Mehmed Arif Efendi. 1261 Sad. 26 Mart-1845. Lahit, Mir-i miran-ı kiramdan Kars Mutasarrıfı Mehmed Haydar Paşa'nın eşi Hadicetü'1Kübra Hanım. 1265 1849. Fesli Mir-i miran Haydar Paşa 1275 Z. 18 1859. Lahit. Ecille-i rical-i Devlet-i Aliy-ye'den Hazine-i Hassa meclis reisi, Tarikat-i Nakşibendi-ye'den Mustafa Seyyid Efendi Si. Osm. 3/118. 1281 1864. Mustafa Seyyid Efenin eşi Hanife Hanım. 1282 1865. Mustafa Seyyid Efenin kızı Fatımat'üz zehra Hanım. 1330 1912. Şah Sultan türbedarı Silistreli Hacı Osman Nuri Efendi. Kitabelerin yazarı, ihya Efendi 13-sefer-1227 29-ocak1812 tarihinde vefat etti. Devrinin meşhurlarından olup divânı vardır. Şeyhülislam Salih-Zâde Ahmed Es'ad Efendinin uzun müddet mektubculuğunu yaptığından "Mektubcu ihya Efendi" diye anılırdı. Ramazan kasidesi, şâirler arasında sevilir, güzel tarihleri vardır. Kabri, Fatih Camiinin kuzeyinde, Müfti Hamamı civarından Ahmed Es'ad Efendi medresesi haziresinde iken kaldırılmıştır. Taşı, Türk-İslam eserleri müzesindedir. Kaynak Gezi Notu Hadika 1/254 G. Oransay, Osm. Dev. Kim Kimdi 1/277-280 Ç. Uluçay, Padişahların Kadınları S 101 İnal, Son Hattatlar S 158 Yesarizâde Tanışık, İst Çeşmeleri 1/222 Si. Osm. 4/463 Mustafa Paşa Cevdet Tarihi, Sabah Gazetesi Yay. 7/220 İhvâ Efendi Si. Osm. 1/309 ihya Efendi Si. Osm. 1/45 Şah Sultan Padişahı, 88. İslam Halifesi, Hâdim'ul-Harameyn'uş-Şerifeyn Mekke ve Medine'nin Hizmetkârı Yavuz Sultan Selim 1470 yılında Amasya’da doğdu. Babası II. Bayezid, annesi Dulkadiroğulları Beyliğinden Gülbahar Hatun’dur. Yavuz Selim, babası II. Bayezid tarafından 1491-1512 yılları arasında Trabzon Sancakbeyi olarak görevlendirilmiş ve 1512 yılında babası II. Beyazıt devlet yönetimini oğlu Yavuz Selim’e bırakmıştır . Osmanlı Tuğrası Bir oğlu Kanuni Sultan Süleyman ve dört kızı olan Sultan Selim, 22 Eylül 1520 tarihinde, “Aslan Pençesi” denilen bir çıban yüzünden henüz elli yaşında iken vefat etti. , Sultan Selim, Safevi Devleti sorununu ortadan kaldırm ak amacıyla İran seferine çıktı ve Çaldıran’da yapılan savaşta Safevilere galip geldi. İran Seferi, Memlük ve Safevilerin müttefik olmalarına neden oldu. Ayrıca Yavuz'un Safeviler'e karşı sefere çıktığını duyan Memlük Sultanı ordusunu Osmanlı sınırına kaydırdı. Yavuz Sultan Selim döneminde, Dulkadiroğlu Beyliği'ne son verilmesi, Osmanlılar ile Memlüklüler arasındaki ilişkileri kötüleştirdi. 1516 yılında Sadrazam Hadim Sinan Paşa yönetimindeki Osmanlı ordusunun Suriye’den geçmesine Memluklerin izin vermemesi üzerine, Yavuz Sultan Selim 5 Haziran 1516 tarihinde Mısır seferine çıkmış, Osmanlı Ordusu 27 Temmuz 1516 tarihinde de Mısır sınırına dayanmıştır. Bu sefer esnasında Memluk Sultanlığına bağlı Antep ve Besni kaleleri birer gün arayla teslim olmuştur. Ancak, asıl savaş 24 Ağustos 1516’da Halep yakınlarındaki Mercidabık ovasında gerçekleşti. Memlük ordusu Osmanlıların top atışlarına daha fazla dayanamamış ve yenik düşmüştür. Kudüs'ün Fethi Sultan Selim, Halep'ten sonra Şam üzerine yürüdü ve burayı da kolaylıkla zaptetti. Yavuz’un hedefi şimdi Mısır’dı. Ancak başta Kudüs olmak üzere Filistin’in önemli şehirleri hâlâ Memlüklü idarecilerin hâkimiyetindeydi. Mısır yolunu emniyete almak amacıyla Filistin topraklarının fethi için Yavuz, Vezir-iâzam Sinan Paşa'yı görevlendirdi. Sinan Paşa kısa zamanda Safed, Nablus, Aclun, Gazze ve Kudüs’ü fethetti.. Yavuz Sultan Selim, 31 Aralık 1516 tarihinde Kudüs’e gelmiştir. Yavuz'un şehre gelişi sırasında Kudüs'ün tüm ruhanîleri padişahı şehrin dışında büyük bir saygıyla karşıladılar. Yavuz, şehrin tam karşısında otağını kurdurttu. Bu sıralar ikindi vaktiydi. Padişah akşam namazını Mescid-i Aksa'da kılacağını söyledi. Bunun üzerine görevlilere haber gönderildi. Kur'an'ın sitayişle bahsettiği bu kutsal mabed kandille aydınlatılır. Padişah bu kutsal kente namaz vaktinden önce girer. Önce Kubbetü's Sahra'da Rummân Davud ile Nahl-i Hamza ziyaret eder. Sonra Hacer-i Sahra'yı tavaf eder. Daha sonra Kubbe-i Sahra'nın altına iner ve burada iki rekât hacet namaz kılar. Buradan akşam namazının edası için Mescid-i Aksa'ya geçer. Görevliler, padişahı kokulu mumlarla karşılarlar. Sultan, burada akşam namazını edâ ettikten sonra biraz dinlenir. Daha sonra burada iki rekât hacet namazı kılar, dualar eder. Yatsıyı da eda ettikten sonra otağına döner. Sultan, ertesi sabah binlerce koyun ve deve kurban ettirir. Kubbe-i Sahra'yı ziyaret eder ve Mescid-i Aksa'da iki rekât hâcet namazı daha kılar. Daha sonra şehri gezer, Kudüs halkına ihsanlarda bulunur. 1 Ocak 1517'de, Mısır seferine devam etmek için Kudüsten ayrıldı ve ardından Gazze’yi fethetti. Mercidabık Muharebesi’nden sonra Memlûk Sultanlığı’nın başına geçen Tomanbay, Osmanlı hakimiyetini kabul etmediği gibi, barış teklifi için gelen Osmanlı elçisini de öldürtmüştü. Yavuz Sultan Selim ordusuyla birlikte Sina Çölü’nü 13 gün içinde 3 Ocak-16 Ocak geçerek, Ridaniye’de Memlûk Ordusu ile karşılaştı ve 22 Ocak 1517’de Ridaniye Zaferi kazanılarak Kahire başta olmak üzere Mısır fethedildi. 4 Şubat 1517’de ise Sultan Selim törenle Kahire’ye girdi ve “Yusuf Nebi Tahtı”na oturdu. Halifeliğin Devri Mısır seferi sonrasında kutsal toprakların Osmanlı hakimiyetine girmesiyle beraber 29 Ağustos 1517 tarihinde halifelik Osmanlılara geçmiş, ayrıca Kutsal Emanetler de İstanbul’a getirtilmiştir. Yavuz Sultan Selim Ayasofya Camii'nde yapılan bir törenle, son Memlük halifesi III. Mütevekkil'den halifeliği devralmıştır. Kutsal toprakları Osmanlı sınırlarına kattığı zaman oradaki idarecilerin kullandığı Hakimü'l-Haremeyn Kutsal beldelerin hakimi sıfatını uygun görmeyip kendini Hadimü'l-Haremeyn Kutsal beldelerin hizmetkârı ilan etmiştir. Mısır’ın fethiyle birlikte, Osmanlı Devleti, Doğu Akdenizin ve Baharat yolunun tek hakimi olmuş, Kızıldeniz ve Hint Okyanusuna açılmıştır. Osmanlı Padişahı gerek Suriye’nin ve gerekse daha sonra Mısır’ın fethi sırasında bölge halkına son derece cömert davranmıştır. Bu bölgenin halklarının müslüman olduğu düşünülürse durum tabii karşılanabilir. Ancak, bu durumun gayr-i müslim halk içinde aynı olduğu apaçık görülmektedir. Sultan Yavuz’un Kudüs’te Kudüs Ermeni Patriği'nin şahsında hristiyanlara verdiği Nişan-ı Hümayûn metni günümüz Türkçesi ile şöyledir "Nişân- Hümayûn, Yüce Allah ve Peygamberine hamd ile Kudüs'e gelip, Safer ayının yirmi beşinci günü fethedilip, Ermeni toplumunun patriki olan Serkis adlı rahip, diğer bütün rahipler ve halk ile birlikte gelip benden yardım ve ihsan dilediler. Eskiden beri bazı şartlarla kendilerinde olan kilise, manastır ve diğer kutsal yerleri, Kudüs'ün içinde ve dışında bulunan kilise ve ibadethaneleri, eskiden hangi şartlarla ellerinde bulunuyorsa, yine aynı şekilde devam etmek üzere Ermeni toplumuna patrik olanlar sahip olacaklardır. Hazreti Ömer -Yüce Allah ondan razı olsun- hazretlerinin verdiği nâme ve Melik Selahaddin zamanından beri verilen emr-i şerifler gereğince sahip bulundukları Kamame, Beytü'l- Lahm Mağarası ve kuzey tarafındaki kapı, büyük kiliseleri olan Mar Yakub, Deyr-i Zeytun, Habsü'l-Mesih ve Nablus ve kiliselerine bağlı mezhepdaşlar olan Habeş, Kıptî ve Süryani toplumlarına, Mar Yakub Kilisesinde oturan Ermeni patrikleri tarafından sahip olunup, başka toplumlardan hiçbir kimsenin karışmaması için bu nişân- hümayûnu verdim. Emrim budur ki söylenilen şekilde hareket edilip, adı geçen büyük kilise Mar Yakub'da oturan Ermeni patrikleri, Kudüs'ün içinde ve dışında bulunan kiliseleri, manastırlar ve diğer kutsal yerleri ile kendilerine bağlı mezhepdaşlar ve yamaklar Habeş, Kıptî ve Süryani toplumlarına, gelenekleri üzere sahip olacaklardır. Ortaya çıkan işlerine, atama, görevden alma ve vakıflarıyla ilgili konularına, metropolit, piskopos, ruhban, papaz ve yardımcıları ile diğer Ermeni halkının miraslarına el koyabileceklerdir. Eskiden beri olduğu gibi Ermeni toplumu patriklerine, ellerinde olan kilise, manastır, mabet ve diğer kutsal yerlerine, kendilerine bağlı mezhepdaşlar ve yamaklarına, başka toplumlardan hiç kimse karışmayacaktır. Diğer Fermanlar Kamame Kilisesinin ortasında bulunan türbe, Kudüs'ün dışında bulunan Meryem Ana mezarı, Hazret-i İsa'nın - duâ ve selam onun üzerine olsun- doğduğu Beytü'l-Lahm Mağarası, kuzey tarafındaki kapının anahtarı, Kudüs'ün içinde Kamame kapısında iki şamdan ve kandilleri, yaktıklar mum ve buhurları, Kamame içinde inançlar üzere ateş ve mum çıkarıldığında kendilerine bağlı olan mezhepdaşlarının türbe içine girip çevresinde dolanmaları, kapı içinin alt ve üstünde iki pencere, içeride bulunan mabet ve kutsal yerleri, Su Kapısı, Kamame avlusunda bulunan Mar Yuhanna Kilisesi, dışarıda Mar Yakub Kilisesi yakınındaki Habsü'l- Mesih ve diğer manastırlar, mezarlıklar ve mezarlar, Beytü'l-Lahm mağarası yakınında bulunan odalar ve misafir evleri, bağ, bahçe ve zeytinlikleri ve sözü edilen bütün kilise, manastır, mabet ve kutsal yerleri, kendilerine bağlı mezhepdaşlar ve diğer emlâk ve eskiden beri sahip oldukları şeyler, belirtildiği üzere Ermeni toplumu ve patrikleri elinde ve tasarrufunda olacaktır. Kiliseleri ve kutsal yerleri ziyarete gelen Ermeni toplumu "Zemzem" denilen su yerine, panayırlarına ve diğer mabed ve kutsal yerlere vardıklarında, devletin yönetim görevlilerinden ve başkalarından hiç kimse karışmayacak ve rahatsız etmeyecektir. Tuğrama Güvensinler Bugünden sonra, ayrıntılarıyla anlatıldığı üzere verilen nişân-ı hümayûn gereğince hareket edilip, başka toplumlardan hiç kimseyi karıştırmayıp, bu konuda çocuklarımdan, vezir-i azâmlardan, sulehâ-i kiramdan, kadılardan, beylerbeyi, sancakbeyi, mîrmîrân ve voyvodalar, beytü'l-mal ve kassâm görevlileri subaşılar, zaimler, tımar sahipleri, mübaşirler, âmiller, iş erleri, mal sahipleri ve diğer kapım kullarından ve başkalarından özet olarak, küçük ve büyükten, yaratılmış hiçbir fertten, ne olursa olsun her ne suretle olursa olsun, her ne sebeple olursa olsun, karışmayacak, rahatsız etmeyecek, değiştirmeyecek ve bozmayacaktır. Her kim karışır, rahatsız eder, değiştirir ve bozarsa, hükümdarların yardımcısı olan Allah'ın katında suçlular takımından sayılsınlar. Şöyle bilinsin; hazineler açan hükmümü, âlemi süsleyen ak tuğra ile parlak ve bezenmiş görenler, kutlu anlamını doğru ve anlatmak istediğimizi onaylamış bilip, şerefli tuğrama güvensinler. 9 Kasım 1517". Yavuz Sultan Selim Han Türbesi Nişân- Hümayûn’da da idrak ettiğimiz gibi, hangi dinden olursa olsun, İslam’ın şehri Kudüs’te yaşayan halkların canı, malı, ibadetleri ve ibadethaneleri korunmuş, nice nimetler bahşedilmiştir. Tanınan haklar sadece Kudüs için geçerli olmayıp, Kudüs’ün dışında bulunan kilise, manastır ve diğer kutsal yerler ile buralardaki habeş, kıptî ve süryaniler için de geçerlidir. Yavuz Sultan Selim’in Kudüs’e girişi, gayr-i müslim halka bahşettiği bu imtiyazlar ile, Haçlıların 1099’da Kudüs’e girişleri ile müslüman ve yahudi halkın tümünü kılıçtan geçirmeleri; müslümanlara ait kutsal mekanlar tahrip, hatta bir kısmın helâ yapmaları mukayese edilirse, iki kültür arasındaki insani değerler daha iyi anlaşılır. Yavuz Sultan Selim’in bu fermanından sonra, kendisinden sonra gelen Osmanlı Padişahları, her ihtiyaç duyulduğunda Kudüs ve gayrimüslim halk için yeni fermanlar göndermişlerdir. Bu fermanların ortak özelliği; Yavuz’un neşrettiği fermandan daha detaylı ve daha genişçe haklar vazetmeleridir. Allah onlardan razı olsun.

yavuz sultan selim han türbesi